- Takipte Kalın
- Tweet
Son dönemde ülkemizin değerli insanlarını tek tek kaybediyoruz ve bu iş, gittikçe daha hızlı bir hal almaya başladı gibi geliyor bana.
Siyasetten sanata, spordan iş insanlarına, pek çok
değeri birbiri ardına yitirdik, yitirmeye de devam ediyoruz. Her gidenin
ardından yüreğim fena halde sızlıyor. “Umarım bu son olur, artık uzun bir süre
cenaze lafı etmeyiz” diye kafamdan geçiriyorum ama, daha son mezarın suyu
kurumadan bir yeni kayıp haberi ile sarsılıyorum.
İki gün önce de böyle oldu. Daha Ferhan Şensoy’un
acısı yüreğimizde tazeliğini korurken, yeni bir acı çöktü içimize.
Dile kolay tamı tamına kırk yıl önce tanıdım onu.
Hani kırk yıllık dost denir ya aynen öyleydi bizim tanışıklığımız.
Avrupa Konseyi’nin desteğinde, T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın organizasyonu olarak 18. Avrupa Sanat Sergisi ülkemizde Anadolu
Medeniyetleri Sergisi adıyla 1983 yılında açılacak ve 6 ay süreyle İstanbul, bu
önemli etkinliğe ev sahipliği yapacaktı.
1982 yılında hazırlık çalışmaları başladı. Bu
çalışmalarda, meslektaşlarımdan bazıları ile birlikte görev alıyor, oradan
oraya koşturuyorduk.
Aralarında Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri, Türk İslam Eserleri Müzesinin de olduğu yedi ayrı sergi mekânında
sergilemeler yapılacak ve Anadolu Kültür Tarihi Prehistorya’dan, Osmanlı dönemi
sonuna kadar kesintisiz anlatılacaktı.
Bu arada, işin turistik, hediyelik eşya kısmı da
oldukça önemliydi ve Anadolu’yu betimleyen eserlerin en güzel örnekleri imal
edilerek, ziyaretçilerin beğenisine sunulmalıydı.
İşte bu bağlamda, işin takılarla ilgili kısmı, takı
yapmayı bir sanat olarak gören, o güne kadar ürettikleri ile büyük beğeni
toplayan bir ustaya, Nurhan Acun’a verildi.
Benden yirmi yaş büyüktü. Onu ilk gördüğümde saygı
ile elini öpmek istemiştim, ama o atik davranıp, bana bu fırsatı tanımamıştı.
Son derece saygılı, bilgisi ve konuşması ile karşısındaki insanda hayranlık
uyandıran bir kişiydi Nurhan ağabey.
O dönem ürettiği işlerle Anadolu Medeniyetlerine
damgasını vurdu Nurhan Acun. Çeşitli ödüller aldı. Yurt içinde ve dışında pek
çok sergiye katıldı eserleriyle.
Aslında iç mimardı. 1957 yılında Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi (bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi) İç Mimarlık bölümünden mezun oldu.
Ömrünün büyük bölümünü Eller adını verdiği atölyede geçirdi.
Anadolu Medeniyetlerinin Tunç Çağı, Hitit, Roma,
Bizans Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden takı modellerini yeniden el ürünü
örneklerde yaşattı. Eller Sanat Galerisi’nde ürettiği eserlerle yurt içi
ve yurt dışında ilgi gördü, takdirle karşılandı.
1980 yılında tuttuğu dükkân, son 20 yıldır evi de
oldu. Bu mekân, onun için atölyeden öte bir yer, bir yuvaydı. Gündüz galerisini
gezmeye gelen turistleri ağırlar, akşamları ise dükkânın asma katında resim yapar,
dinlenirdi. Atölyesi, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nin önemli sanat ve kültür
mekanlarından biriydi.
Sevgili arkadaşım, öğretmen Ebru Bilgin Tığlı’nın
önderliğinde Antalya’da, 2017 ve 2019 yıllarında iki sergi açtı. Ben yıllar
sonra kendisiyle yeniden karşılaşmanın heyecanını sevgili Ebru’nun sayesinde bu
sergilerde yaşadım. Öyle büyük yürekli ve bonkördü ki, takılarından herhangi
birini beğenen oldu mu, o takıyı hemen hediye ederdi. Bu arada eşim de onun bu
yüce gönüllülüğünden nasibini aldı ve hediye ettiği güzel takılarla çok mutlu
oldu.
Nurhan Acun, son zamanlarda kiracısı olduğu Santa
Maria Kilisesi ile davalık olmuştu. Yaşamını sürdürdüğü mekânından çıkartılmak
istendiği için de çok tedirgindi.
"Dükkânlar dolarla kiraya veriliyor. Benden de
yüksek bir kira istediler. Ben de direndim. Çünkü bu dükkânda onlarca yıllık
emeğim var. Hayatın yarısı gibi. Zaten ömrümün sonuna gelmişim, biraz daha
bekleseler olmaz mı?" diye dert yanardı.
Santa Maria Kilisesi papazı ise Nurhan Acun’a bir
huzurevine yerleşmesini tavsiye ediyordu. Oysa sanatın ve üretmenin yaşı olmadığını
elbet o da biliyordu.
2018 yılı 30 Mart’ında, onun yuvam dediği Eller
Sanat Galerisi’nde, benim moderatörlüğümde bir gece düzenleyip, Anadolu’da takı
sanatının gelişmesini, bir telefonumla koşup gelen beş dostumla anlatarak Nurhan
ağabeyime destek vermeye çalıştık.
“İnsanoğlu son nefesine kadar çalışmalı, sonraki
nesillere kültürümüzü aktarmalı, karşılık beklemeden iyilik yapmalı, hayatta
sevginin, paylaşmanın maddiyattan daha önemli olduğunu bilmelidir” derdi
konuşmalarında sıklıkla.
Tanıdığımız en sevecen, en güzel yürekli, en bilge insanlardan Nurhan
Acun işte böyle bir insandı. 17 Kasım günü yaşama veda etti. 18 kasımda biz de ona
veda ettik.
Ona “Güle güle git usta, yolun ışıklı olsun” demek
benim için gerçekten çok zor. Bundan sonra Beyoğlu bana daha bir boş, daha bir
anlamsız gelecek.
Artık onun ellerinden çıkmış takılar, onun çevresindeki gerçek dostları ile iki kez sergi düzenlediği Antalya’mızdaki sevenleri de öksüz kaldı gidişiyle. Mekânı Cennet, Ruhu Şâd Olsun…