- Takipte Kalın
- Tweet
Coronavirüs’ün yayılması tüm dünyada büyük
çabalarla engellenmeye uğraşılmakta. Ülkemizde de sağlık çalışanların özverili
çabaları takdirin ötesinde övgüleri hak eder durumda.
Hastalananların iyileşmesi için hekimler,
hemşireler, hastabakıcılar ve diğer personel, aylardır zaman kavramını
öteleyip, tüm güçleri ile gece gündüz demeden çalışmaktalar.
Dünyanın sayılı laboratuvarları bu virüse karşı
etkin olabilecek bir aşıyı araştırmakta iken ve dünyanın en gelişkininden, en
geri ülkesine kadar her yerde önlemler sıkı sıkıya uygulanmaya uğraşılıp, vaka
sayılarında gerileme yakalanmaya çabalanırken, ülkemizde “Bir şey olmaz ağabey”
zihniyeti, her alanda olduğu gibi, bu salgında da tüm hızıyla toplum arasında
yaşamakta ve ne yazık ki, sağlık çalışanlarının insanüstü çabaları sonuç
vermekten uzak kalmakta.
Bakınız salgının ilk dalgası büyük kentlerimizi
ve dünyanın hemen tüm ülkelerini derinden vururken, Antalyamız en az vaka
sayısı oluşan, ölüm sayısının toplamda üç, beşle sınırlı kaldığı kent idi.
Son iki aydır, sözde kontrollü olarak yaşanan
serbestlik, toplumun büyük kısmında son derece laubali bir tavrın oluşmasını
sağlayarak, vaka sayılarını artırmaya başladı ve kentimizde salgının kontrol
edilebilmesini engelledi. Elbette buna diğer kentlerden kontrolsüzce gelenlerin
de katkısı büyük oldu.
Bayram günlerindeki vurdumduymazlık sonucunda
da vaka sayılarının yeniden artması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonucu, virüsün
kuluçka dönemi sonunda, birkaç gün içinde görmeye başlayacağız.
Ülkemizin turizm başkenti sayılan Antalya’da,
dış turizm koma halini sürdürürken, iç turizm bir miktar hareketli. Hareketli,
ancak iç turizm denince başka illerden gelenlerin otelleri doldurduğu gelmesin
akla. Kente akın edenler arasında ilimizde akrabası olanlar çoğunlukta.
Geçtiğimiz yıllarda “turist rekoru kırıldı”
dendiğinde, bu rekor sayıdaki turistin kentte yarattığı katma değer, yıllar
öncesindeki miktarların yanına bile yaklaşmıyordu. Yani turizmdeki sayısal
artış ile kasaya giren para arasında doğrusal bir oran oluşmuyordu son
yıllarda.
İçinde bulunduğumuz yıl yaşanan bu salgın
nedeniyle bırakın rekoru, turistleri taşıyan uçakların yakıt paralarını bile
karşılamaya yetmiyor taşınan kişi sayısı. Aynı istatistik çalışması, otellerin misafir
ettikleri kişilerin konaklama için ödedikleri para, çalışanların ücretlerini ya
da zorunlu genel giderleri karşılamaya yetmediğini gösteriyor.
Kişisel gözlem yaptığım Manavgat’ın Titreyengöl
mevkii ile Side, Evrenseki bölgelerinde otellerin, tabiri caizse ‘sinek
avladığını’ gördüm. Bu mevsimde cıvıl cıvıl turist kaynayan Side’de dükkanlar
siftah yapmadan kepenk indiriyorlar gün sonu. Titreyengöl mevkiinde dükkanlar
sürekli kapalı.
Bayramda kapılarını turistlere açan otellerin
çoğunda 7 ile 15 kişi arasında misafirin olduğunu öğrenince tüylerim diken diken
oldu.
Kundu ve Belek otelleri biraz daha hareketli
görünse de, buralarda da doluluk oranı % 40 ile 60 arasında değişiyor. Bu
bölgelerde otellere Avrupa’dan gelen turistlerin önemli bir bölümünü Gurbetçi
Türkler oluşturuyor. Yabancı sayısı ise, tüm Antalya’da parmakla sayılacak
kadar az.
Bu istatistik verileri yazarken amacım “Vah
vah, şu korona belası başımıza ne dertler açtı. Memlekete turist gelmiyor,
öldük, bittik” diye hayıflanmak değil, bu salgınla tez zamanda başa çıkabilmek
için tedbirleri elden bırakmadan, normal yaşama dönmemizin gerekliliğini
anlatmak.
Bakın sevgili dostlar, yukarıda da yazdığım
gibi, “Bize bir şey olmaz” saçmalığını bir kenara bırakıp, “tedbiri elden
bırakınca bize çok şey oluyor”u görebilmemiz gerekiyor.
Lütfen sağduyulu olmayı elden bırakmadan,
geleceğimizi daha fazla karatmaya uğraşmayalım. Çünkü gerçekten hiç de istemediğimiz
bir şeyler oluveriyor. Ve bunu önlemenin yolu bizim bireysel ve toplumsal
davranışlarımızdan geçiyor.
Sağlıklı günlerde keyifle yaşayan bir toplum
olabilmek, turizm başta olmak üzere her sektörde maksimum katma değer
yaratabileceğimiz güveni hem yurtiçinde, hem de yurtdışında ele güne
gösterebilmekten geçiyor.
Bunu sağlamak ise sadece bizim elimizde…