1
Cüneyt Arkın:"Vatandaş Rıza" adlı filmimin (1979) ana fikri şuydu:
"Kalk vatandaş uyan! Kalk ayağa!"
Komünist suçlamasıyla bu filmim Sansür Kurulu'ndan "Hayır! Halka gösterilemez!" raporu almıştı..."
2
Başbakan Süleyman Demirel 1969'da ABD Başkanı Richard Nixon'a Beyaz Saray'da şöyle dedi:
"Üç aşağı beş yukarı 6-7 yıl sonra yani takriben 1976 tarihinde, Allah izin verirse Türkiye Cumhuriyeti'nin gelişmiş ülkeler trenine, kategorisine dahil olacağını, katılacağını öngörüyorum, umuyorum, size bunu büyük memnuniyetle ve gururla söyleyebilirim...Umut ediyorum ki, yardım dilenen ülke konumdan o tarihte çıkacağız ve yardıma ihtiyacı olan ülkelere yardım eden ülke konumuna o tarihte ulaşacağız! Şu anda ülke olarak hızla kalkınıyoruz..."
Richard Nixon Demirel'e sordu: Komünizm tehlikesi, riski sizce nasıl önlenebilir, bertaraf edilebilir?
Demirel cevap verdi: "Komünizmin ilacı ülkelerin hızla büyük oranlarda kalkınmasıyla önlenebilir...On milyonlarca insanı yoksulluktan kurtardığınızda Komünizm tehlikesi, riski önlenmiş olur..."
3
Gerçekten yaşanmış insan öykülerine ya da edebiyat uyarlamalarına yönelen Türk filmcilik sektörü Kadir İnanır'ın romancı Kemal Tahir'i canlandırdığı "Karılar Koğuşu", "Ayla", "Müslüm Gürses", "Dilber Ay", "Cem Karaca" ve "Neşet Ertaş" gibi yapımlardan sonra bu kez romancı Sabahattin Ali'nin 1928-1930 yılları arasında Almanya'da yaşadığı aşk öyküsünü, Barış Manço ve Yılmaz Güney'in hayatından kesitleri de beyazperdeye getirecek...
AYLA
Kore savaşı esnasında annesi babası öldürülen 5 yaşındaki bir kız çocuğuna 15 ay boyunca babalık yapan Türk askeri Süleyman Dilbirliği'nin (1926-2017) yaşadıklarını konu alan "Ayla" filmini (2017) Can Ulkay (1964) yönetmiş Süleyman Dilbirliği'nin iki ayrı dönemini bu filmde İsmail Hacıoğlu ve Çetin Tekindor canlandırmıştı..."Ayla" Türkiye sinemalarında 5.589.872 seyirci toplamıştı...
NEŞET ERTAŞ
Dörtbuçuk milyon dolar harcanan "Garip Bülbül Neşet Ertaş" filminde Onur Efe Şahin, Bektaş Dolu ve Ramazan Bağgül Neşet Ertaş'ın üç ayrı dönemini canlandırdı...Bu filmi, Berker Berki (1988) ve Ömer Faruk Sorak (1964) yönetti...Film Erol Parlak'ın kitabının uyarlaması...
BARIŞ MANÇO
Dilber Ay (2022) ve Müslüm Gürses (2018) filmlerinin yönetmeni Hakan Kırvavaç (1973) Barış Manço (1943-1999) filmini çekmek istiyor...Baş rolde Ekin Koç (1992) var...
Müslüm Gürses (1953-2013) filmini Hakan Kırvavaç ve Can Ulkay yönetti ve film Türkiye sinemalarında 6.480.563 seyirci topladı...
Dilber Ay (1956-2019) filmi Türkiye sinemalarında 686.495 seyirci topladı...
YILMAZ GÜNEY
Yüksel Aksu’nun (1966) yönettiği ve Türkiye sinemalarında 220.938 seyirci toplayan "Cem Karaca'nın Gözyaşları" (2024) filminde şarkıcı Cem Karaca (1945-2009) rolünü üstlenen İsmail Hacıoğlu ise (1985) yönetmen Yüksel Aksu’nun yeni filminde Yılmaz Güney (1931-1984) rolünü üstlenecek...Bu film Fatoş Güney'in “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun" adlı kitabından sinemaya uyarlanacak...
KÜRK MANTOLU MADONNA
Enes Ateş'in yöneteceği, senaryosunu Mert Dikmen'in yazdığı, Raif Efendi karakterini Salih Bademci'nin canlandırması beklenen "Kürk Mantolu Madonna" bir Sabahahattin Ali uyarlaması...
Yazar Sabahattin Ali, Kasım 1928-Mart 1930 arasındaki Almanya deneyiminden yola çıkarak "Kürk Mantolu Madonna"yı yazmıştı...Atlantic adlı barda şarkıcılık yapan Maria ve onunla aşk yaşayan Raif Efendi Türk edebiyatının ölümsüz eserlerinden birine konu olmuştu.
Sabahattin Ali'nin kızı Filiz Ali, BBC'ye verdiği bir söyleşide, Maria'nın gerçek bir kişi olduğunu öğrendiklerini, babası Sabahattin Ali'nin Berlin'de Maria ile tanıştığını söylemiştir...
Nâzım Hikmet, Mayıs 1943'te Bursa Hapishanesi'nden gönderdiği mektupta kitap ve yazarı Sabahattin Ali hakkında şunları yazmıştır:
"Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim, hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı, yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkân boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken, yani Berlin'e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz. Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikâye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın."
KARILAR KOĞUŞU
"Karılar Koğuşu" adlı film Nazım Hikmet'in Kemal Tahir'e yazdığı 242 mektuptan yola çıkarak oluşturulmuştur...
Sultanahmet,Harbiye orduevi, Nevşehir, Çorum, Çankırı ve Malatya cezaevlerinde en az 13 yılını geçirmek zorunda kalan Kemal Tahir'i Türker İnanoğlu'nun (Türker İnanoğlu Aziz Nesin uyarlaması "Zübük"ün de yapımcısıdır) yapımcılığını yaptığı "Karılar Koğuşu" filminde Kadir İnanır canlandırdı...
"Türk Deniz kuvvetleri yani donanma mensuplarını silahlı ayaklanmaya kışkırtmak suçlaması, hatta 29 Ekim 1914'te Karadenizdeki Rusya şehirlerini bombalamakla ünlü SMS Goeben-Yavuz savaş gemisini Komünistler kaçıracaktı tarzındaki temelsiz iddialar, dedikodular" dallanıp budaklanarak 1938'de Nazım Hikmet , Kemal Tahir, Nuri Tahir ve arkadaşlarının 13'er yıldan fazla hapis cezası almalarına yol açtı...
İşin aslı şuydu: Uyandırılmış Toprak (Mihail Şolohov), Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (Nazım Hikmet), Bora dergisi (Kemal Tahir'in deniz assubayı kardeşi Nuri Tahir'in yayınladığı dergi) ve Sabahattin Ali'nin kitaplarını Yavuz zırhlısında görevli bir askerin okuduğu saptanmıştı...
O dönemde bu kitaplar ve bu dergi, Maxim Gorky'nin "Ana" kitabı gibi kuvvetli Komünizm propagandası yayan neşriyat sınıflandırmasında yer almaktaydı...Bunları okuyanların, üzerinde bulunduranların Komünist olduğuna anında karar verilmekteydi ve bundan en ufak bir şüphe de duyulmamaktaydı...
TRT – Türk sineması işbirliğini 1974’te başlatan Bülent Ecevit, İsmail Cem, Metin Erksan ve Halit Refiğ’in ortak bir tutkuları vardı: Kemal Tahir hayranlığı…
Romancı Kemal Tahir’in kendisinin ve eserlerinin büyüsüne kapılmış filmciler arasında Halit Refiğ, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Ertem Eğilmez ve “Kurt Kanunu”nu sinemaya uyarlayan ve “Yorgun Savaşçı”da set fotoğrafçısı olarak çalışan Ersin Pertan ilk akla gelenlerdir.
Refiğ en başarılı filmlerinden “Haremde Dört Kadın”, “Yorgun Savaşçı” ve “Karılar Koğuşu”nu Kemal Tahir’in yazdıklarına dayandırmışır. Refiğ, 1970 sonbaharında kanser ameliyatı, 1971’de kalp krizi geçiren, 1973’te bir başka kalp kriziyle ölen Kemal Tahir’le 1957’den itibaren 17 yıl boyunca yakın bir dostluk geliştirmişti.
Kemal Tahir Refiğ’in çok kadınlı, bol kadınlı hayatını sürekli ve kıyasıya olarak eleştirmiştir. Kemal Tahir Halit Refiğ – Gülper Savaşçın Refiğ evliliğine ve aşkına şahit olabilseydi kuşkusuz çok mutlu olurdu.
Kemal Tahir, Atatürk’ün daha hayatta iken, Nazım Hikmet ile birlikte Yavuz (eski adı: Goeben) Zırhlısı’nda bir Komünist ayaklanması girişimi tezgâhlamakla suçlanarak, 1938’de 15 yıl hapis cezası almış, Demokrat Parti’nin af çıkardığı 1950’ye kadar da 12 yılını cezaevinde geçirmek zoruna kalmıştı.
Suçlanan ve 29 Mart 1938’de Harp Okulu Askeri Mahkemesi tarafından mahkûm edilen kişilerin, Çarlık Rusya’sı donanmasının gözbebeği olan dretnot Potemkin’de Haziran 1905’te çıkarılan isyanın bir benzerini plânladıkları iddia edilmiştir.
Kemal Tahir’in cezaevi yılları beyazperdede: “Karılar Koğuşu”
Hülya Koçyiğit: “Kadir İnanır’ın otuz – kırk yıllık sanat hayatı, yüz tane filmi vardır sanırım; bu filmlerin hepsi kendi başına önemli filmler elbet, ama bu filmdeki (“Karılar Koğuşu”) oyunculuğu bambaşkadır. Çok doğru bir yönetmenle, çok doğru bir senaryoyla olduğu için zannedersem. Halit Refiğ’in hayatında belki de en çok yapmak istediği filmlerden biriydi, “Karılar Koğuşu.”
Halit Refiğ: “Kadir İnanır’ın hayatında gösterdiği en iyi oyunculuk performansı “Karılar Koğuşu”ndadır.”
Halit Refiğ, açık yüreklilikle ifade etmiştir ki, Kemal Tahir’in en çok beğendiği Türk filmi, Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı”ydı. Çağının çok ötesinde olan birçok film gibi ”Haremde Dört Kadın”, “Muhsin Bey” ve “Züğürt Ağa”, ”Sevmek Zamanı”da sinema salonlarında gösterildiğinde seyirci bulamayan Türk filmlerinden biridir.
Kemal Tahir Halit Refiğ’e “Bir Türke Gönül Verdim” adlı filmini hiç sevmediğini de söylemiştir.
HAREMDE DÖRT KADIN
Kadın eşcinselliği, çok erkekli kadınlar gibi temalara yer veren, 1899 yılını 1900 yılına bağlayan günlerde geçen ve senaryosunu Kemal Tahir ile Halit Refiğ’in birlikte yazdığı “Haremde Dört Kadın” hem seyirciden ilgi görmedi, hem de Antalya Film Festivali’ne gönderilen kopyası, “Türk ailesine hakaret ediliyor” gerekçesiyle sinemayı basan kişiler tarafından imha edilerek, Antalya Film Festivali jürisine gösterilemedi. Bu filmi gerçekleştirmesinde, Atıf Yılmaz’ın yapımcı bulması yanı sıra, “Şafak Bekçileri” ve “Gurbet Kuşları”nın seyirciden büyük ilgi görmesi büyük rol oynadı. Bu zamanının çok ötesindeki film (”Haremde Dört Kadın”) daha sonra TRT tarafından bile gösterilecekti.
Halit Refiğ, Kemal Tahir’in 20 Nisan 1973 Cuma gecesi katıldığı yemeğe gitmesine neden olduğundan yaklaşık 36 yıldır acı çekiyordu. Olay şöyle gelişmişti.
Mehmet Barlas’ın Şişli’deki evindeki yemeğe davet edilen ve bu yemeğe Mete Tunçay’da davetli olduğundan gitmek istemeyen Kemal Tahir’i bu geceye katılmaya ikna eden Halit Refiğ oldu.
Yemekte Mete Tunçay’ın Kemal Tahir hakkındaki olumsuz ve kırıcı değerlendirmeleri romancının yeni bir kalp krizi geçirerek ölümüne neden olacaktı. O gece Mehmet Barlas’ın evindeki yemekte Ercan Arıklı’nın ağabeyi Tuncer Arıklı, İsmail Cem, Afşin Germen, Ali Sirmen ve eşleri de vardı. Mete Tunçay’ın Kemal Tahir’e söylediği “Siz tarihe sadakat göstermiyorsunuz, olayları, gerçekleri saptırıyorsunuz. Sizin eserlerinizi toplatmak lâzım. Kitaplarınızın toplatılmayı hak etmesinin nedeni, porno oluşları değil, tarihsel gerçeklerin iç yüzünü ancak birkaç yüz kişi ciddi kaynaklardan araştırabilecekken, sizin büyük bir sorumsuzlukla, sahici (gerçekten yaşamış) kişilere asla kendilerinin olamayacak görüşler yakıştırmanızdır,” tarzındaki sözleri 1971’de çok ağır bir kalp krizi geçiren, yüksek tansiyon sahibi, ağır bir kanser ameliyatı geçirmiş, sol akciğeri alınmış bulunan ve konuşmasında belli bir zorluk olan Kemal Tahir’in sonu olacaktı.
Kemal Tahir’in fikrinden yola çıkan “Şeytan Aldatması”
Halit Refiğ, 27 Mayıs 1960 darbesini yapanları destekleyen filmi “Şafak Bekçileri”nden sonra 27 Mayıs’ın perde arkasındaki güçleri öğrendikçe 27 Mayıs’a karşı bir tavır geliştirmiştir.
Halit Refiğ, 30’a yakın kaynak kitabı inceledikten sonra, 27 Mayıs 1960 darbesinin Amerika Birleşik Devletleri’nin teşviki, kışkırtması ve desteğiyle gerçekleştiğine dair ipuçlarına ulaştığını söylüyordu. Adalet Partisi’nin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Milliyet Gazetesi yazarı İsmail Cem’e söylediği “12 Mart 1971 askeri darbesinde Amerikan Gizli Servisi, İstihbarat Servisi CIA altımızı oydu, meğer işin başından beri içindeymişler,” sözlerini sürekli tekrarlıyordu.
Halit Refiğ, Süleyman Demirel’in Mayıs 1995’te Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan “Batı Sevr’i istiyor” ifadesinin de çok önemli bir itiraf olduğunu her fırsatta tekrarlıyordu. Refiğ’e göre 10 Ağustos 1920’de imzaladığımız anlaşmayı Atatürk ve Türk milleti paramparça etse de Batı Dünyası onu yeniden bize imzalatmaya çalışıyordu.
Refiğ’e göre 1950’lerin sonunda ABD Türkiye’nin sanayileşmiş bir ülke olması için gereken borç parayı Demokrat Parti Hükümeti’ne vermediği gibi, bu borç parayı Sovyetlerden istemeye hazırlanan Menderes hükümetini askeri darbe yaptırtarak alaşağı etmişti. Refiğ, Süleyman Demirel ve Adalet Partisi’nin Türkiye’nin sanayileşebilmesi için Sovyet kredisi kullanmasını takdir ediyordu ve 1975’te Türkiye’nin tarım toplumu olmaktan bir sanayi toplumu olmaya geçtiğini hatırlatıyordu. Yine Refiğ’e göre Amerika Kıbrıs’ın Yunan adası olması için çok çaba harcamıştı ve çok çaba harcamaya devam ediyordu.
Halit Refiğ, Hülya Koçyiğit’in Berin Menderes’i canlandıracağı ve senaryosu 1994’te yazılan “Şeytan Aldatması”nda 27 Mayıs 1960 darbesini, cellâtlarını ve kurbanlarını konu aldı. Bu senaryosu Oliver Stone’un Kennedy Suikastinin perde arkasını konu alan “JFK” adlı filmiyle ufku ve gözleri açılanlara özellikle tavsiye edilebilir. Bu senaryosunda Demokrat Parti’nin seçim sandığında ve parlamentoda çoğunluğu elde etmesine rağmen iktidar olamadığını anlattı. Yılmaz Karakoyunlu’nun “Güz Sancısı” romanında da anlatıldığı gibi 6 – 7 Eylül yağmalarına dönüşen protesto gösterilerinde Demokrat Parti iktidarı olayların kontrolünü elinden kaçırarak sonunu hazırlamıştı. Varoş sakinleri de büyük bir zevkle kentin en zengin ve varlıklı mahallerinin altını üstüne getirmişti. Refiğ, bu eserinde İnönü – Bayar çekişmesinin, zıtlaşmasının Türkiye’yi felakete sürüklediğinin de altını çiziyordu. Senaryoda aksi, huysuz, hırçın bir ihtiyar olarak portresi çizilen Bayar uzlaşma değil, sertlik ve inatlaşma yanlısıydı. Bu olaydan bir 20 yıl sonra da Ecevit – Demirel çekişmesi, zıtlaşması ülkeyi iç savaşın eşiğine sürükleyecekti. 27 Mayısı hazırlayan etkenlerden birinin subayların maaşlarının düşüklüğü olduğuna da “Şeytan Aldatması”nda değinilir.
“Şeytan Aldatması”nda Menderes’in opera sanatçısı Ayhan Aydan’la evlilik dışı ilişkisi de doğal olarak yer alıyordu. Senaryonun bir sahnesinde Berin Menderes Ayhan Aydan’ı telefonla arar ve kocasını sorar. Demokrat Parti ileri gelenlerinden Mükerrem Sarol’un kendinden çok genç kadınlara düşkünlüğü de senaryoda yer bulur.
Senaryoda 27 Mayıs 1960 darbesinden hemen önce ölmese Demokrat Parti’ye destek verenlerden Saidi Nursi’nin Yassıada olağanüstü mahkemelerinde yargılanacağı da ima edilir. Yine senaryoda çok çarpıcı bir tarihi olaya da yer verilir. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bir mektup yazarak, Demokrat Parti’nin Celal Bayar’ı Çankaya’dan indirerek yola devam etmesini, onun yerine Adnan Menderes’in Cumhurbaşkanı olmasını tavsiye etmiştir.
”Şeytan Aldatması”nda 27 Mayıs’ın itici gücünün özellikle Profesörler, Akademisyenler olsa da iplerin alt kademedeki subaylarda olduğu da betimlenir. Radyoevinin ele geçirilmesiyle başlayan darbenin ilk anlarında Cemal Gürsel, Cumhuriyet Halk Partisi lideri İsmet İnönü’ye “Emrinizdeyiz,” diyecektir. Profesörlerin subaylara tavsiyesi de çok çarpıcıdır: “Hükümeti devirdiniz. Devirdiklerinizi asmazsanız onlar sizi asar.” Böylece İstiklal Mahkemeleri tarzı yeni bir yargılama sistemi uygulamaya sokulur. Menderes eğer “Ben bu olağanüstü ve hukuk dışı mahkemeyi, yargılamayı tanımıyorum, kabûl etmiyorum,” diyebilseydi, darbecilerin buna verebilecek çok tatmin edici bir cevaplarının olmadığı da bir başka gerçektir. Menderes darbeciler karşısında zayıf bir karakter göstermiş ve onlara direnmemiştir. Ayrıca sürekli ilâç verilen, sürekli iğne yapılan Menderes ruhen tamamen çökertilmiştir. Darbeci subaylar 20. Yüzyılın başında 2. Abdülhamit’i deviren subayların yaptığının aynısını yaparak Demokrat Parti ileri gelenlerinin her türlü kişisel parasına el koyar. Demokrat Parti ileri gelenlerinin ailelerine acıyan Cumhuriyet Halk Partisi üyesi, işadamı Vehbi Koç sahip olduğu Divan Oteli’nin kapılarını beş parasız ve çaresiz kalan Berin Menderes dahil Demokrat Partili kadın ve çocuklara açar. Yassıada tutsaklarına dayakta atılır. Dövülenler arasında Atatürk ile İnönü’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın damadı, Bayar ile Menderes’in Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’da vardır. Berin Menderes ve Aydın Menderes’in Adnan Menderes’le görüşme hakkının ellerinden alındığı zamanlar olur. Yassıada’da Menderes’e 50 kelimeyi aşmayan mektup kısıtlaması ve ailesiyle en fazla yarım saat görüşme sınırlaması getirilir.
İsmet İnönü bile Demokrat Parti yöneticilerine idam cezası verilmemesini Cemal Gürsel’den ister, Gürsel’de İnönü’yle aynı fikirdedir, ancak darbenin diğer önderleri illa idam cezası çıkarmaya kararlıdır. Ortalıkta Demokrat Parti taraftarlarının Sarayburnu’ndan Yassıadaya deniz altından tünel kazarak tutuklu Demokrat Parti liderlerini kaçıracaklarına ilişkin deli saçması dedikodular gezinmeye başlar. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın “İdam cezaları verilmezse orduda hoşnutsuzluklar olabilir,” dediği kulaktan kulağa yayılır. Yarbayların korgeneralleri azarladığı emir komuta zincirinin kalmadığı ve koptuğu bir süreçtir bu.
“Şeytan Aldatması”nda Demokrat Parti’nin Yassıada olağanüstü mahkemesinde 15’i idam, 31’i ömür boyu hapis cezası alan önderlerinin iktidar süreleri olan 10 yılda Amerika’yla ilişkileri geliştirmek için çok büyük çaba sarf etmelerine rağmen Amerika’yı bir türlü memnun edemedikleri de belirtilir.
“Şeytan Aldatması” adı da Kemal Tahir’in yazmayı tasarladığı, ama 63 yıllık kısa ömrüne sığdıramadığı, 27 Mayıs darbesi konulu romanının adıdır. Kemal Tahir’de Halit Refiğ’de yabancı devletlerin Türkiye’de 27 Mayısta ve sonrasında birçok kez kardeşi kardeşle savaştırmanın yollarını bulduğunu söylemiştir.
"YORGUN SAVAŞÇI"
Filmin çekimlerinin ve her türlü işlemlerinin tamamlanmasına Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in tam desteği olmasına rağmen “Yorgun Savaşçı”nın yakılma sürecini İlhan Selçuk’un 3 ve 7 Ağustos 1979’da yayınlanan “TRT ‘Yorgun Savaşçı’yı çekmemelidir. Kemal Tahir ‘Yorgun Savaşçı’da milli mücadele tarihini saptırmıştır. Kemal Tahir, Atatürk düşmanıdır. Bir Atatürk düşmanının eseri TRT tarafından çekilmemelidir.” tarzındaki yazıları başlattı. Halit Refiğ, “İlhan Selçuk, Madanoğlu askeri cunta davasının altı numaralı sanığıydı,” diyordu.
1965’te ilk defa edebiyatseverlere sunulan “Yorgun Savaşçı” romanı Cumhuriyet Gazetesi’nin Yunus Nadi Ödülü’nü kazanmasına rağmen “Yorgun Savaşçı”nın TRT için sekiz saatlik bir filme dönüştürülmesine en şiddetli itiraz Cumhuriyet Gazetesi’nden gelecekti. Bir süre sonra TRT’ye ve genelkurmaya gerçekte olmayan generallerden ve subaylardan ihbar ve şikâyet mektupları yağmaya başladı. Bir ara Can Gürzap’a suikast yapılacağı ihbarları bile geldi. ”Yorgun Savaşçı”nın sekiz saatlik bir film olarak gerçekleştirilmesini Bülent Ecevit başlatsa da, Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde de filmin tamamlanması için her türlü kolaylık ve destek devam etti...
Şu sözler de Halit Refiğ’indir: “Defalarca belirtmeye çalıştım, ‘Yorgun Savaşçı’ olayının temel nedeni benim daha önce TRT’ye yaptığım ‘Aşk-ı Memnu’ dizisidir. TRT bürokrasisisi ve TRT’nin maaşlı kadroları 1974 yılında üç Türk sinema filmi yönetmenine (Metin Erksan, Lütfi Akad ve Halit Refiğ) o zamanki TRT Genel Müdürü İsmail Cem tarafından TRT’de film çekmek için iş verilmesini katiyen hazmedememişlerdir.”
Halit Refiğ ve Kemal Tahir, 1960’ların ilk yarısında Güneydoğu Anadolu’da dağa çıkan bazı bireysel eşkıyalarla ilgili bir film tasarısı için 1965 başında bölgede incelemelerde bulundu. ”İnsan Avcıları” adlı bu tasarı gerçekleşmedi.
Halit Refiğ’in Kemal Tahir’le birlikte geliştirdikleri Osmanlı İmpararatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi üzerine bir tasarısı da vardı.
Halit Refiğ’in Kemal Tahir’le birlikte üzerinde çalıştığı “Şeytanın Sarayı” adlı bir korku filmi senaryosu da vardı. Yapımcı Ertem Eğilmez olacaktı.
Halit Refiğ, Kemal Tahir’in romanı “Devlet Ana”yı uyarlamaktan vazgeçti... Başbakan Bülent Ecevit’in tam ve olağanüstü desteğine rağmen bundan vazgeçti... Çünkü devlet Bürokrasinin labirentlerinde karşısına çıkarılan türlü engelller kendisini çok yormuştu...
1955
6-7 Eylül 1955’te, “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” yalanı sonucu İstanbul’da başta Rumlar olmak üzere Ermeniler ve diğer gayrimüslimlerin mallarıyla mülkleri tahrip edip yağmalandı ve talan edildi. Olaylar sonucu en az 15 kişi öldürüldü, 300'den fazla kişi yaralandı.
Aziz Nesin 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra kendilerine yöneltilen suçlamaları Ahmet Kahraman’ın “İşte Biz” adlı kitabında şöyle anlatır:
“İktidar gücünü göstermek için eylemler düzenletmişti.Fakat sokağa çıkanlar dozajı kaçırdılar.Çapulculuğa başladılar.Soygun ve yakıp yıkmayla İstanbul’un altını üstüne getirdiler.Sonra suçlu gerekince bizleri topladılar.Hiçbir şey yapmadığımız halde İstanbul’u yakıp yıkmakla suçlandık.Çapulculukla suçlandık.Sonradan Yassıada Mahkemeleri sırasında öğrendik.Bu bahaneyle Eminönü meydanında hepimizi salkım salkım asmayı düşünmüşler.”
Hulusi Dosdoğru "Batı Aldatmacılığı ve Putlara Karşı Kemal Tahir" adlı kitabında (sayfa 444-451 arasında) 6-7 Eylül 1955 olaylarından şöyle söz eder:
Demokrat Parti hükümeti olayları başından sonuna tertipledi...Suçu daha önceden fişlediği bir avuç toplumcunun üzerine delilsiz olarak yıktı...Aziz Nesin, Hulusi Dosdoğru ve "Devlet Ana" romanının yazarı Kemal Tahir de tutuklandı ve altı ay üstü akan, duvarlarında yosun ve mantarlar üremiş taş hücrelerden birinde tutsak olarak kaldılar...Kemal Tahir cezaevindeyken "korkunç bir iftira kasırgasıyla karşı karşıyayız; her an iftiraya uğrayanlar köprü başlarında sorgusuz sualsiz idam edilebilir" demişti...Olaylarda Papazlar sünnet edilmiş, Rum mezarları alt üst edilmiş, çıkarılan kafataslarıyla futbol oynanmıştı...Kiliseler ateşe verilmişti...Olayların sorumlusu olarak da ülkedeki Komünist görüşlüler ilan edilmişti...
Ancak 6-7 Eylül 1955'te James Bond karakterini yaratan gazeteci Ian Fleming (1908-1964) dahil, Bizans Kongresi ve International Monetary Fund kongresi için dünyanın dört bir yanından İstanbul'a gelenler Demokrat Parti ileri gelenlerinin yalan söylediğini kendi gözleriyle görmüştü...Tüm dünya gazeteleri ve televizyonlarının elemanları o günlerde İstanbul'u yağmalatan, talan ettiren, buna polisin ve ordunun göz yummasını sağlayan Demokrat Partiyi yüz milyonlarca insana teşhir etti...Yunan hükümeti de Selanik'teki Atatürk evine bomba koyanları yakaladı ve bu kişiler Türkiye'nin Selanik konsolosluğu görevlileriydi...
James Bond karakterini yaratan Ian Fleming (1908-1964) sıkça yolu İstanbul'a düşen gazetecilerden yazarlardan biriydi...6-7 Eylül 1955'te İstanbul barbar halk kitleleri tarafından yağmalanıp talan edildiği sırada da Ian Fleming İstanbul'daydı!
Milliyet Sanat'ta 27 Nisan 1973'te Kemal Tahir'in ölümünden sonra Aziz Nesin şöyle yazdı:
Yassıada'da Adnan Menderes, Celal Bayar ve Demokrat Parti yargılamalarında şunu öğrendik...Kemal Tahir, Aziz Nesin ve Hulusi Dosdoğru gibi Komünist olarak fişlenenler 6-7 Eylül 1955 yağma ve talan olaylarının sorumlusu ve suçlusu olarak ilan edilecek ve iftira atılan tüm Komünistler derhal idam edilecekti...Demokrat Parti'nin Bolşevik olarak fişlenenleri imha planı Yassıada yargılamalarında ortaya çıkarıldı...