1970'leri hatırlayanlar CHP Genel Başkanlığı da yapan Altan Öymen'in uçak kaçırma iftirasıyla tutuklandığını bilir...Türkiye asayiş ve adalet konusunda her dönemde sınıfta kalmıştır!

İlber Ortaylı "Türkiye'nin Yakın Tarihi" adlı kitabında Altan Öymen'in uçak kaçırma suçuyla tutuklanmasından da söz eder (Sayfa: 131) Ortaylı'ya göre "Operasyonlardaki acemiliğe bir örnektir bu durum.Bu örneklerin sayısı çoktu!"

Dokuz yüzyıl önce, 12. yüzyılda Cenovalı ve Venedikli tüccarlar Anadoluya Turchia ve Turcmenia diyorlardı...Türkiye ismi böyle doğmuştur...

Enver Paşa'nın 1914'teki teşhisi "İngiltere ve Rusya'nın yemek menüsündeyiz" çok doğru bir saptamaydı...

Eylül 1914'teki Marne savaşındaki Alman yenilgisinden sonra İsmet Paşa Almanların dünya savaşındaki zaferinden ümit kesti...Buna rağmen Enver Paşa ve ekibi Rus Ruleti oynayarak 29 Ekim 1914'te Alman donanmasıyla işbirliği içinde Karadenizdeki Rusya sahillerini bombalama kararını verdiler...

1900'lerde Ankara nüfusu 25.000'di...

1918-1919'da Osmanlı ülkesi işgale uğradığında en sert tepki 265 milyon nüfuslu Hindistan'da yaşayan 80 milyon Müslümandan geldi...

Kuşkusuz Türk ordusunun Kıbrıs, Kore savaşlarından önceki en büyük üç başarısı Kırım (1853-1856), Çanakkale ve 5'i general 13 bin İngilizin esir edildiği Kut'ül Amare zaferleriydi...Kıbrıs'a müdahale hazırlıkları 1931'lerde adada Türk katliamlarının duyulmasıyla başladı ve tam 43 yıl sürdü...

Mustafa Kemal paraya en çok ihtiyaç olduğu dönemde Alman General Erich von Falkenhein'ın kendisine rüşvet olarak yolladığı altın sandıklarını olduğu gibi Falkenhein'a iade etmişti...

Osmanlı tarih sayfaları arasına karışırken ülkede 100 erkekten 93'ü, 1000 kadından 996'sı okuma yazma bilmiyordu...35 bin köy okulsuzdu...

İlber Ortaylı'nın gözlemi: "Cumhuriyetin ilk yıllarında işadamları kazandıkları ilk parayla ev alır, döşer ve eğlenceye giderlerdi,asla yatırım yapmazlardı...Tüketim odaklıydı toplum, daha doğrusu teşebbüs yoktu..."

Çanakkale zaferinde pek çok düşman gemisini batıran mayınları Türk deniz kuvvetleri Karadenize döşenen Rus mayınlarına el koyarak elde etmişti!

AKP döneminde Diyanet'in hutbelerinde Atatürk'ün asla anılmaması çok dikkat çekiyor...

İki çocuğunu öldüren, bir diğerini yaralayan şahsın cezaevinden salıverildikten sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e saldırması Türkiye'de adalet mekanizmasının iflasına işaret ediyor...

26 Mart 1941'de Moskova'daki Türkiye büyükelçisi Cumhurbaşkanı İnönü'ye Almanya'nın çok yakında Rusya'ya saldıracağı istihbaratını yolladı...(Stalin'in Savaşı kitabı Sayfa: 272; yazarı: Sean McMeekin) Bu muazzam bir başarıydı...Türk büyükelçiliğinin bu haberi Moskova'daki Almanlardan edindiği tahmin ediliyor...Almanya ve müttefikleri 22 Haziran 1941 Pazar günü Rusya'ya saldırdı...

İngiliz Başbakan Churchill Almanya Rusya'ya saldırmadan hemen önce Stalin'in Londra büyükelçisini çağırarak büyükelçiye şunu söyledi: "Hitler'e yakın kaynak olan Fransız Pierre Laval "Hitler öldürücü darbeyi Rusya'ya indirmeye hazırlanıyor" dedi bundan haberiniz var mı?"

1939'da 170 milyon nüfuslu,15 bin savaş uçağına sahip Sovyetler Birliği lideri Stalin Polonya, Finlandiya, Letonya, Litvanya ve Estonya'yı ülkesine katmak için hiçbir fırsatı kaçırmadı...

Kasım 1940'ta Stalin'in Dışişleri Bakanı Molotov Alman lider Hitler'e "Ülkem Çanakkale ve İstanbul boğazlarında askeri üsler kurmak için her şeyi ve her türlü riski göze alıyor" dediğinde Hitler'in Rusya'daki petrol, alüminyum,kömür,tahıl, demir, krom, pamuk, fosfat,manganez, gübre kaynaklarına el koymaya hazırlanıyordu...Hitler Türkiye'den krom, Romanya'dan petrol ve Finlandiya'dan nikel satın alıyordu...

Hitler'in orduları 25 bin Rus tankından 20 binini 1941'de imha ederken, aynı yıl Naziler Rus sanayi tesislerinin büyük bölümünü sıfır hasarla teslim aldı...Ruslar tesisleri imha etmeye bile zaman bulamadılar...

Akademisyen yazar Erik Jan Zürcher “Ölüm ile Firar arasında / Osmanlı Askerinin 1. Dünya Savaşı deneyimi” başlıklı makalesinin bir yerinde şunları yazmıştır:

Son 25 yıllık süreçte, 1. Dünya Savaşı araştırmalarının geniş ve verimli alanında savaş tarihine belirli bir yaklaşım; Martin Middlebrooks’un ünlü “The First Day on the Somme” (1971) adlı çalışmasıyla John Terraine’in çeşitli çalışmalarıyla özetlenebilecek yaklaşım popüler hale gelmiştir. Savaş deneyimine odaklanmak için savaşın sosyal tarihinin yazılması girişiminde 1. Dünya Savaşı’na “aşağıdakilerin” deneyimleri incelenerek yaklaşılır. Siperlerde hizmet vermiş, ambulansları kullanmış ve fabrikalarda mermi üretmiş insanların bakışına öncelik veren bir yaklaşımdır bu…

Tarihin bu tarzda yazımı için Avrupa’da mektuplar, günlükler, hikayeler, şiirler, tablolar, otobiyografiler (anılar) ve sözlü tarih gibi bol miktarda materyal mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise tamamen farklı bir durum söz konusudur ve basit bir sebebi vardır. Osmanlı ordusunda görevli askerlerin çok büyük çoğunluğu okur yazar değildi.(…)

Birliklerde bazen onbaşı veya çavuşlar resmi yazıcı işlevi görüyor; kendilerine dikte edilen mektupları yazıyorlardı. Ancak köylerden cepheye yeni gelenlere haberlerin sözlü olarak verilmesi daha yaygındı. Aynı şekilde taburcu edilen veya tedavisi süren askerler de mesajları aynı şekilde alıyordu. Bütün bunların anlamı, Osmanlı askerlerinin geriye günlük veya mektup gibi yazılı belge bırakmamış olmasıdır. Ayrıca resim yapmanın Sünni İslam tarafından hoşgörülmemesi nedeniyle elimizde herhangi bir çizim de yoktur. Türkiye’de sözlü tarih yaygın olmakla birlikte son üç dört yıllık dönemde daha çok yazılı belge, 1. Dünya Savaşı araştırmalarında kullanılmaya başlanmıştır.

Osmanlı askerinin hayatta kalmaya çalıştığı koşulları anlatan birkaç kaynak vardır ama tek istisna dışında hepsi tipik “tepeden aşağıya” tarzında dökümanlardır. Dolayısıyla savaşı yüksek rütbeli subayların bakış açısından anlatırlar.

Ali İhsan Paşa, Cemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa (Furgaç), Selahaddin Adil Paşa, Halil Paşa (Kut), Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Kazım Karabekir Paşa gibi Osmanlı subayları ile Liman von Sanders, Kress von Kressenstein, Kannengiesser, von Gleich, Guhr, Guse, von Seeckt gibi Alman subayların, hatta Pomiankowski gibi Avusturyalıların yazdığı hatıralar ve otobiyografiler de mevcuttur.

Önemli bir kaynak da, Osmanlı İmparatorluğu’na hizmet veren ve sayıları 18 bin ile 20 bin arasında olduğu tahmin edilen Alman askeri misyonu üyelerinden oluşan Asya Gazileri Derneği’nin yayınladığı bültenlerdir. Ayrıca aynı derneğin yayınladığı “Kafkaslarla Sina Çölü Arasında” adlı yıllıklar da bir başka kaynaktır.

Alman – Osmanlı ittifakının karmaşık yapısı bugüne kadar geniş olarak araştırılmıştır ama bu çalışmalar temelde diplomatik olup doğası gereği çok fazla askeri içerikli değildir. Osmanlı’nın savaşta gösterdiği çabalarla ilgili olarak, Ankara’daki Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Savaş Tarihi ve Stratejik Araştırmalar Başkanlığı tarafından yayınlanan geniş kapsamlı resmi tarih vardır. Ancak belirli çarpışmalara ve cephelere ağırlık verilmiş olması nedeniyle bölgesel tarih niteliğinde olup 1. Dünya Savaşı’nın genelini vermekten uzaktır. Türkiye’de bu alanda gösterilen çabaların daha çok 1919 ile 1922 arasındaki İşgal ordularının Türkiye’den sökülüp atılmasına odaklandığı görülür. 1. Dünya Savaşı’na ise İstanbul’da iki savaş arası dönemde yayınlanan Askeri Mecmua isimli yayının tarih bölümlerinde bir miktar yer verilmiştir. 1955 yılına kadar Türkçe dilinde 131 yayın çıkmıştır. Bu miktar ise, aynı dönemde İngilizce, Fransızca ve Almanca yayınlanan yayınların sadece binde ikisine denk gelir.

Avrupa dillerinde Osmanlı savaşının tek detaylı tarihi, Maurice Larcher’in “La guerre turque dans la guerre mondiale” (Paris, 1926) adlı kitabında yer alır. Savaşın ekonomik ve sosyal tarihi için Ahmet Emin Yalman’ın “Dünya Savaşı’nda Türkiye” (Yale, 1930) adlı kitabı öncelikli ve vazgeçilmez bir kaynaktır.

Türk Genelkurmayı arşivleri yabancılara (ve aynı zamanda birçok Türk araştırmacısına) tamamen kapalıdır. Yabancı arşivler arasında Freiburg’daki Alman askeri arşivleri (Bundesarchiv-Militararchiv veya kısaca BA-MA) emsalleri arasında en iyisidir. Bununla birlikte bunların da kendine özgü sınırlamaları vardır. Birinci Dünya Savaşı’ndaki Alman İmparatorluğu’nun kendine ait ulusal kara kuvvetleri olduğu pek söylenemez. Sadece deniz, hava kuvvetleri ve sömürge birlikleri emperyal kuvvetlerdi. Ordunun geri kalanı ise, Prusya, Bavyera, Württenberg ve Saksonya birliklerinden meydana geliyordu. Bunlar normalde birbirinden ayrı birimler olup, savaş zamanında genelkurmayın tasaruffuna verilmekteydi. Bunun sonucu olarak Alman İmparatorluğu’nun herhangi bir merkezi arşivi yoktu. Askeri birlikler temelinde en önemlisi hiç kuşkusuz Prusya’ydı. Ne yazık ki, Nisan 1945’te Almanya bombardımanla dümdüz edilirken, müttefiklerin Potsdam’a düzenlediği hava baskını sırasında Prusya ordusuyla ilgili belgelerin yüzde 98’i yok oldu. Ortadoğu’da hizmet veren Alman subayların büyük çoğunluğunun Prusyalı olması nedeniyle bu büyük bir kayıptır.

Az sayıdaki Bavyeralı subay için (ki aralarında Kress von Kressenstein da vardır) Bavyera Kraliyet Ordusuyla ilgili belgelerin korunduğu Münih’teki Bavyera Eyalet Merkez Arşivleri’ne başvurmak faydalı olacaktır.

Hollanda Devlet Arşivlerinde, İstanbul elçiliğinden gelen politik raporlara başvurdum. Hollanda’nın tarafsız olması ve bu konumunun 1. Dünya Savaşı boyunca devam etmesi nedeniyle bu ülkedeki arşivler araştırmalarıma bazen ilginç bilgiler sundu.

Bu kaynakların hepsinin ortak yönü, “tepeden aşağıya” vizyonunu paylaşmasıdır. Böyle bir vizyona sahip oluşları, onları savaş deneyiminin realitelerinden uzaklaştırır. Çünkü savaştaki kayıpları acı verici ölümler olarak görmek yerine insan gücü kaybı (istatistik) problemi gibi görürler. Askerlerin yaşam koşullarına kayda değer dikkat gösteren tek subaylar, imparatorlukta hizmet vermiş olan Alman doktorlarıdır.

Dolaylı yoldan da olsa askerlerin sesini bize ileten tek kaynağın, Mısır ve Mezopotamya cephelerindeki İngiliz askeri istihbaratı ile Selanik, Dardanel (Çanakkale) ve İran’daki keşif birliklerinin gündelik ve haftalık “istihbarat özetleri” olduğu söylenebilir. Bu istihbarat özetlerinde ajanların raporları ve tarafsız gezginlerin verdiği bilgiler temel alınmıştır. Ayrıca Osmanlı savaş esirleriyle asker kaçaklarının sorgulanmasından elde edilen bilgiler ile Osmanlı savaş esirlerinin mektuplarını da içerir.

Yazının daha önceki bölümlerinde Osmanlı askerlerinin büyük kısmının okuryazar olmadığı belirtildiği için bir çelişki var gibi gözükebilir. Ancak bu noktada savaş esirleri ile asker kaçaklarının büyük kısmının Ermeniler olduğu unutulmamalıdır. Ermeni ve Rumlar arasındaki okur yazarlık oranı, kırsal kesimde bile Müslümanlardan daha yüksektir.