Harem Padişaha neredeyse sınırsız kadın seçme olanağı sunan bir kurumdu.
Harem erotik hayallerin canlandırılmasında araç olmuştur.
Bertandon de La Brocquiere, Padişah’ın sarayda çıplak cariyeleri seyrettiği havuzdan söz eder.
Deniz Esemenli, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Erhan Afyoncu ve Madeline C. Zilfi gibi tarihçiler Osmanlıdaki cinsel yaşam hakkında bizlere ayrıntılı bilgiler sundular...
Hükümdara istediğin kadını seç, istediğini beğen, istediğini al götür alternatifi sunan Harem için Avrupalılar Padişahın kişiye özel genelevi tanımlamasını yapmıştı...
Gerçek neydi?...Harem fuhuş yuvası mısıydı? Haremdeki kadınlar arasında eşcinsellik yaygın mıydı?
Tanıklara, tanıklıklara tamamen kapalı, sırlarla dolu gizli bir ortam olduğundan hakkında her türlü dedikodu üretilen bir kurumdur Harem...
Daima çok merak ve ilgi uyandırmıştır...Ancak harem sakinlerinin yazdığı bir anı kitabı, hatıra defteri veya günlük bulunmadığından insanlık yaşadıkça Harem sakinlerine yakıştırılan anekdotlar, masallar, efsaneler, fanteziler de yaşamaya devam edecektir...
Harem, Padişahların, hükümdarların cinsel gereksinimleri için, günlük devlet, dünya ve ülke problemlerinden sonra rahatlamaları, stres atmaları için yaratılmıştır, böylelikle soylarının devamı sağlanmış, sağlanmaya çalışılmış ve eşlerine başka erkeklerin yaklaşması, harem kadınlarının hükümdar haricinde bir erkekle birlikte olması sıkı güvenlik önlemleriyle, ağır cezalarla engellenmiştir...Harem denilince ilk akla erotik fantezilerin,şehvetin, seksin ve cinselliğin gelmesi de çok doğaldır...
1. Abdülhamit'in annesi Fransız asıllıydı...1. Abdülhamit, 50'li yaşlarda Padişahlık koltuğuna oturdu...Fransız ihtilalinden hemen önce de vefat etti...
1. Abdülhamit'i konu alan film "Gözde-The Favorite" adlı film 1990'da Türk Film Sansür kurulunda epey tartışıldı...Film Aimee Dubuca De Rivery adlı kadının Akdenizde Kuzey Afrikada hüküm süren korsanlarca kaçırılıp Osmanlı haremine satılması ve iki ayrı padişahın gözde kadını olması çerçevesinde gelişiyordu...Filmde ileri yaştaki Padişah 1. Abdülhamit'in bu kadınla sevişirken terlemesinin gösterilmesi ve semt pazarında hırsızlık yapan çocuğun yakalanarak suçunun cezasının suç mahallinde hemen verilerek elinin kesilmesi gibi sahneler sansür kurulu üyelerini çok kızdırmıştı...(Bu anekdotu Mehmet Ergin Soyarsalan'ın "Sinemacı Gözüyle" adlı kitabından aldım...
Filmde tarihi gerçeklere ne kadar sadık kalınmıştı? Bunu bilmek mümkün değil! Çünkü bazı padişahların dönemlerinde ölen padişahın hareminin padişahın vefatından sonra dağıtıldığını, haremindeki kadınların özgürlüklerine kavuştuğunu, hatta anavatanlarına döndüklerini yazan,söyleyen tarihçilerde var...
1 .Mahmud ve 3. Osman'ın kadınlara ilgi duymadıkları ve çocuklarının olmadığı da dile getiriliyor...17. yüzyılda padişahların çocuk yaşta tahta çıkmaları da devlet yönetiminde bir boşluk meydana getirdi...
Osmanlı da kadın ticareti ve Avrat pazarları üzerine değerli kitaplardan biri:
Osmanlı İmparatorluğu'nda Kölelik ve Kadınlar (1700-1840) Yazarı: Madeline C. Zilfi
Tarihçi İlber Ortaylı "Hürrem Sultan ve Hatice Tarhan Sultan Ukrayna kökenliydi...Aileleri kızlarını yoksulluk ve açlıktan dolayı satmıştı diyor...Ukrayna -Slav kökenli Roxalana-Hürrem Sultan Muhteşem Yüzyıl'la küresel bir üne kavuştu...Hürrem Sultan'ın hareme 14-17 yaşlarında geldiği tahmin ediliyor...
Harem "Altın Kafes"ti diyor tarihçiler...
Üst düzey Osmanlı yöneticilerine bile yasak olan haremde 400 kadar oda vardı...
Osmanlı'da Harem'in ilk izleri Orhan Gazi (1326-1362) döneminde ortaya çıkmış...
National Geographic(Ağustos 2006 ) dergisinde tarihçi Erhan Afyoncu
"Harem denildiğinde ilk akla cinsellik gelse de Harem-i Hümayün padişahın evi ve bir eğitim kurumuydu...Harem erotik hayallerin canlandırılmasında araç olmuştur...Harem'de padişah ve ailesiyle birlikte, onlara hizmet eden kadın köleler yani cariyeler ve harem ağaları yaşıyordu...Osmanlı Sarayının cariye ihtiyacı savaşta ele geçirilen esireler ve esir pazarlarından satın alınan kadın kölelerden sağlanıyordu...(...) kızlar önce doktor ve ebe muayenesinden geçirilirdi...Hatta cariye adayı bir geceyi Harem'de geçirir ve görevli kadınlar, onun gece horlayıp horlamadığına ve uykusunun ağır olup olmadığına dikkat ederdi..."
Prof. Dr. Halil İnalcık'a ait: "Harem bir fuhuş yuvası değil, bir okuldu." diyor ünlü makalesinde...
Harem, 200 -300 kadının kapalı bir yaşam geçirdiği sarayın bu gizli ve esrarlı bölümü; Batılıların eskiden beri merakını çekmiş, hayal ve fantezi dolu, kulaktan duyma tasvirler bırakmıştır.
1432’de Edirne’de II. Murad’ın sarayını ziyaret etmiş olan Bertandon de La Brocquiere, Padişah’ın sarayda çıplak cariyeleri seyrettiği havuzdan söz eder.
Dikkate değer ki, 16. yüz yılda III. Murad için de aynı şey söylenmiştir. Harem dairesinde, bu sultanın özel bir havuz yaptırdığını biliyoruz. İngiliz Elçiliği Kâtibi P. Rycaut, Padişah’ın geceyi geçireceği cariyeyi seçmek için iki sıra dizilmiş cariyeler arasından geçerken, beğendiği kızın önünde mendil bıraktığını söyler ki, bu tamamı ile fanteziden ibarettir. Yine Rycaut, cariyeler arasında lezbiyenliğin yaygın olduğunu, sevgilileri için ölümü bile göze aldıklarını duymuş; ölüm cezası da bir çuvala konup gece gizlice deryaya atılmakmış.
Haremdekilerin sayıları Topkapı Sarayı'nda 49'dan 104'e, eski sarayda 73'ten 146'ya çıkmış. Her iki harem 1603'te 610, 1622'de 705 cariye barındırıyormuş.
17. yüzyıl ortalarına kadar saray hiyerarşisinde en üstte valide sultan, sonra hasekiler, padişah kızları yer alır; bunlar, sultan (Batı dillerinde sultana) unvanı ile anılırdı. Padişahın “süt annesi” Daye Hatun ve Kethüda Hatun veya Kâhya onlardan sonra gelirdi. III. Murad’ın annesi Nurbanu’nun günlük maaşı 3000 akçe (50 altın) idi. (O zaman Yeniçeri Ağası’nın gündeliği ancak 500 akçe idi.) Kanuni'nin eşi haseki Hürrem Sultan’ın gündeliği 2000 akçe (33 altın) idi. Haremde en yüksek otorite de olan Valide, Darüssaade Ağası ve Kâhya Kadın vasıtasıyla haremi idare ederdi. Haremin saray dışı işlerini gören erkek (Valide Kethüdası), çoğu zaman validenin isteklerini veziriazama bildirerek hükumet işlerine karışmasına yardımcı olurdu.
Valide sultanlar, egemenliği ellerinde tutmak için, tabii, devlet ricali ile ordu içinde bir takım siyasi ittifaklar yapmak zorundaydılar. Haremde birbirlerine karşı gruplaşmalar, başlıca sultanın hangi oğlunun tahta geçeceği konusunda ortaya çıkmakta; dışarıda divandaki vezirler. Yeniçeri Ocağı, yüksek ulema bu gruplar arasında oyunlara ister istemez ortak olmaktaydılar. Tahta geçen sultanın kardeşlerini katletmesi kanunla "câ'iz” görüldüğünden, herkes için mücadele bir ölüm-kalım sorunu olurdu.
Böylece,17. yüzyılda harem, payitahtta iktidar mücadelesinin odak noktası haline geldi. Bu amansız mücadelede padişahlar, şehzadeler kurban gitmişlerdir, iki padişah; II. Osman ve I. İbrahim, bu iktidar mücadelesinde feci şekilde katledilmişlerdir. III. Selim gibi sanatkâr ruhlu reformcu bir padişahın ölümü cidden çok trajiktir; ağalar, onu haremin bir odasında sıkıştırdılar; gözde cariye Pakize, efendisine sarılarak vücuduyla onu korumak istemiş, bir kılıç darbesiyle düşmüş, başka bir darbeyle padişahın yüzü ikiye bölünmüştü; kadınların hıçkırıkları arasında elinde teşbih ve nevi ile hala ayakta duran padişah, nihayet üzerine üşüşen saray ağalarının kılıç darbeleri altında yere yığılmıştır.
Valide sultanların saltanat dönemi, Kanuni’nin zevcesi Hürrem Sultandan başlayarak Nurbanu, Safiye, Kösem ve Turhan sultanlar zamanında bir yüzyıl sürmüştür. Bu dönemde devlete hakim olan haremin tarihi, Osmanlı devleti tarihinin gizli kalmış yanlarını anlamak bakımından önemlidir ve son derece dramatik sahneleriyle 17. yüzyıldan beri Fransa’da ve Türkiye’de romancılara ve tiyatro yazarlarına ilham kaynağı olmuştur.
17. yüzyıldan beri tarihçiler, devletin çöküşünü hazırlayan faktörler arasında "kadınlar saltanatı"nı öne sürerler. Buna karşı, çocuk padişahlar döneminde, valide sultanın hanedanın devamını her şeyin üstünde tutarak devletin selâmetine hizmet ettiği iddia olunmuştur.
Gerçekten, I. Ahmed’in başkadını, Ahmed’in hayattaki tek kardeşi Mustafa'yı idamdan kurtararak hanedanın devamına hizmet etmiştir. Sultan Ahmed ölünce Kösem Sultan. Mustafa’yı tahta çıkardı; böylece, Osmanlı tarihinde ilk kez sultanın oğlu değil, kardeşi tahta çıkmış oldu ve veraset usûlü değişti. Mustafa'nın akli düzeni bozuktu.
Kızlarağası, 14 yaşındaki II. Osman'ı tahta çıkardı. Ulemanın etkisi altındaki Osman'ın Yeniçerileri kızdıran reform tasarıları vardı. Valide Kösem, Yeniçeri Ocağı ağalarıyla anlaşarak Osman'ı tahttan indirdi. Mustafa tekrar tahta çıkarıldı. Osman, Kösem ’in rakibi Mahfırûz Kadın'ın oğluydu. Mustafa, dengesiz hareketleri nedeniyle tekrar tahttan indirilince.
Kösem 12 yaşında kendi oğlu Murad’ı (IV. Murad) tahta çıkardı ve onun çocukluğu süresince yeniçeri ağalarıyla beraber devleti idare etti. 1640 ’ta, IV. Murad ın ölümü üzerine Kösem’in öbür oğlu İbrahim tahta geçti. Yeniçeriler, İbrahim'i de delice hareketleri yüzünden tahttan indirince. Haseki Turhan Sultan'ın oğlu IV. Mehmed, 7 yaşında tahta oturtuldu.
Elçi raporlarında, devlet işlerinde deneyimli ve güçlü olduğu vurgulanan Kösem, torunu IV. Mehmed döneminde de dışarıda kendisini destekleyenler sayesinde bütün devlet gücünü ve otoritesini elinde tuttu. Padişaha sunulan arzlar üzerinde “Arslanım” dediği çocuk padişah adına kararları Kösem Sultan yazıyordu.
Venedik donanmasının İstanbul'u tehdit ettiği buhrandan yararlanan IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultan, kızlarağasıyla Kösem Sultan'a karşı komplo kurdu ve onu bertaraf etti. Turhan Sultan, oğlu padişah adına devleti fiilen kontrolüne geçiren validelerin sonuncusudur. Kadınlar saltanatına son veren, bir bunalım döneminde devletin başına diktatörce yetkilerle gelen Veziriazam Köprülü Mehmed Paşa olmuştur.
Aslında, ona bu olağanüstü yetkileri veren de Valide Turhan Sultan idi.Padişahla cariye arasındaki zoraki ilişki, gerçek aşkın doğmasında kuşkusuz bir engeldi. Fakat, bazen gerçek bir aşk doğabilirdi; Hürrem’le Süleyman arasında olduğu gibi... Hürrem. kocasına mektuplarında "Canım paresi sultanım", "sevgili şahım", "benim cân-ı azizim", "benim yüzü Yusufum, Şekerim , latif nazeninim", "gözüm nura sultanım" diye hitap eder. Süleyman'ı Hürrem'e tek eş, tek sevgili olarak bağlayan şeylerden biri de, zevceliğe aldıktan sonra üst üste üç evlat vermiş olmasıdır.
Hürrem , çocuklarını anarak seferdeki kocasının kalbini yumuşatan şu sözleri yazıyor: "Mektub-u şerifinizi okudukda bendeniz Mir Mehmed ve Cariyeniz Mihrumah giryeler (ağlarlar) ve firkat ederler, onların giryeleri hod beni deli kılmışdır."
Bir başka mektubunda, "mektubunuzu okuduğumda gözüm yaşı akdi şadiden (sevinçten)" diyor. Kocası Sultan'a kavuşmak, yüzünü görmek arzusuyla geceleri uyumadığını ifade ile özlemini içten, ateşli sözlerle dile getiriyor ve başka bir mektubunda “gecesini gündüzünü fark etmeyen hasret deryasına garik, biçare, aşkınız ile mübtela, Ferhad ve Mecnun’dan beter şeyda çakeriniz” diyor. Hürrem, ilk yılların d a Türkçe'yi bilmiyordu; herhalde kâtibi onun duygularını edebî bir dille yazıya geçiriyordu. Bu mektuplardaki, “vallah, dünyada hemen siz muradımsınız” gibi sözler, kuşkusuz Hürrem’in ağzındandır. Sultan ise ona para, hediyeler ve bazen sakalından tel gönderiyordu.
Hürrem, mektuplarında siyaset yapmaktan geri kalmıyordu. Sadrazam İbrahim Paşa hakkında “Sultan seferden dönüşte konuşacağım ” yazıyor; bir başka mektubunda damadı Rüstem Paşa’yı kayırmasını istiyordu.
Topkapı Sarayı Arşivi’nde Süleyman’ın Hürrem’e mektupları bulunmamıştır. Fakat, “Muhibbi” mahlasını kullanan Süleyman'ın Divan'ındaki gazellerde, genel edebi kalıplar yanında gerçek aşkı nasıl algıladığını anlatan içtenlikle yazılmış şiirler vardır. Bunlardan hiç biri Hürrem’e yazdığı şu lirik şiir kadar içten, coşkulu değildir:
Celîs-i halvetim, varım, habîbim mâh-ı tâbânım&
Enîsim, mahremim, varım, güzeller şâhı sultânım
Hayatım hâsılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim&
Bahârım, behçetim, rûzum, nigârım verd-i handânım
Neşâtım,işretim, bezmim, çerâğim, neyyirim, şem'im
Turuncu u nâr u nârencim, benim şem’-i şebistânım
Nebâtım, sükkerim, gencim, cihân içinde bî-rencim&
Azîzim, Yüsuf`um varım, gönül Mısr'ındaki hânım
Stanbûlum, Karaman'ım, diyâr-ı milket-i Rüm'um&
Bedehşân'ım ve Kıpçağım ve Bağdâd'ım, Horasânım
Saçı mârım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bîmârım&
Ölürsem boynuna kanım, meded hey nâ-müselmânım
Kapında,çünki meddâhım, seni medh ederim dâim&
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi'yim, hoş halim!
Sultan Süleyman’ın Hürrem’e Gazeline Halil İnalcık ’ın Naziresi:
Gecem hem gündüzüm mehtâb-ı leyl-i târ-i giryânım
Bahârım,ebr-i nîsânım,açılmış gonca-pistânım
Güzel gözlüm, fisan boylum, sözü tatlı gözü âhum
Bulunmaz vaslına fırsat benim pür-işve ceylânım
Geceyle işretim, gündüz safâ-yı hâtırım, cânım
Benim şi'rim,benim şarkım,benim feryâd-ı sûzânım
Kalem kaşlum,beyaz tenlim,gözüm nûru güzel yavrum
Kitâbım, tâ ezelden hakk edilmiş levh-i tâbânım
Uzaklarda şeb-i hasrette nâlân olduğum demler
İniltim,göz yaşım hem ağlıyan şem'-i şebistânım
Nice sevmiş,nice öğmüş,Süleyman Hürrem'i candan
Meded hey Hürrem-i devrân,ne şâir ne Süleymânım
Chicago, 1990
Halil İnalcık, ed: M. Çağatay Uluçay, "Harem Bir Fuhuş Yuvası Değil, Bir Okuldu", Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, Ufuk Kitapları:İstanbul, 2001, ss.7-15.
HAREMDE DÖRT KADIN (1965) FİLMİ HOŞGÖRÜSÜZLÜK KURBANI OLMUŞTU
Kadın eşcinselliği, çok erkekli kadınlar gibi temalara yer veren, 1899 yılını 1900 yılına bağlayan günlerde geçen ve senaryosunu Kemal Tahir ile Halit Refiğ’in birlikte yazdığı “Haremde Dört Kadın”ın Antalya Film Festivali’ne gönderilen kopyası, “Türk ailesine hakaret ediliyor” gerekçesiyle sinemayı basan kişiler tarafından imha edilerek, Antalya Film Festivali jürisine gösterilemedi.