İrem Barutçu Kitty Kelley tarafından yazılan Frank Sinatra biyografisi ayarındaki aydınlatıcı ve çok değerli araştırması "Babıali Tanrıları: Simavi Ailesi"nde (Agora Yayınevi) Rüzgar Gibi Geçip Giden bir basın Hanedanını konu almıştı...Hanedan yoğun terör tehditleri karşısında ikinci kuşakta havlu atarak elindeki tüm medya şirketlerini satma yolunu tercih etmişti...
Aykut Işıklar'ın “Bildiğiniz Gibi Değil / Renkli Spotların Göstermedikleri” ve Doğan Satmış'ın “Bir İşsizin Günlüğü” adlı kitaplarında da Hürriyet Gazetesi'nin Eski İmparatoru'nun serüvenleri, anekdotları var...
İrem Barutçu, 3 yıllık bir çalışmanın sonunda, yaklaşık 100 kişiyle röportaj yaparak hazırladığı "Babıali Tanrıları: Simavi Ailesi" adlı kitabından söz ederken " Yüze yakın kişiyle röportaj yaptım. Görüştüğüm kişilerden bazıları isimlerinin açıklanmasını istemedi. Ben tamamen objektif bir kitap yazdım" demişti...
İrem Barutçu: "Bugünkü gazetecilik anlayışı ile geçmişi kıyaslamak doğru olmaz. Zira son yıllarda gazetecilik mesleği büyük saldırı altında. Gazetecilik ağır yaralı. Simavi ailesinin çekilmesi de, siyasi iktidarın desteği ile büyük sermayenin basına girmesiyle başlar. Haldun Simavi gazetesi Günaydın’ı Asil Nadir’e satar. Erol Simavi de, bu yeni duruma ve değişen koşullara ayak uyduramayacağını hisseder ve bir süre sonra, kendi deyişiyle, çekip gider. Büyük resim budur, ancak onu satışa ikna eden gelişmelere de bakmak gerekir: Çetin Emeç suikastı, Emeç’in ölümünün Simavi bünyesinde büyük korku yaratması, oğlunun o koşullar altında yönetimi devralmak istememesi, siyasi güç odaklarının sıkıştırmaları ve ‘sat’ baskısı, kötü yönetimin doğurduğu borçlar… Hürriyet’in satışının açıklanmaya muhtaç yönleri halen mevcuttur. Ancak eğer bugünkü medya patronları ile Erol Simavi’yi kıyaslamamı isterseniz, Erol Bey’in her ne kadar gazetecilik dışı bir takım iştirakleri olmuşsa da, hamurunda önce gazetecilik vardır"
İrem Barutçu: "Belma Simavi, Hürriyet gazetesi çalışanlarının hitap şekliyle ‘Patroniçe’, Hürriyet gazetesi ve Erol Simavi denildiğinde, asli bir karakter olarak karşımıza çıkar. Hürriyet gazetesini ve Simavi ailesinin üç kuşak öyküsünü irdelediğim, ‘Babıali Tanrıları Simavi Ailesi’ adlı kitabımın röportajları sırasında aldığım izlenimim şudur: Hürriyet çalışanları, Belma Simavi’yi, zor günlerde Hürriyet’in arkasında duran kişi olarak değerlendirir, bu açıdan takdir ve sevgiyle anar. Belma Simavi, Erol Bey’in ‘vazgeçip’ basından çıkmaya hazırlandığı dönemde dahi Hürriyet’i sahiplenen kişi olmaya devam eder. Gazetesinin satılmasına gönlü razı değildir. Hürriyet’i, kayınpederi Sedat Simavi’nin mirası olarak görmüş ve yaşatmak adına fedakarlıktan kaçınmamıştır. 60’ların sonunda, Hürriyet’in mali bir sıkıntısında, Erol Simavi’nin haberi olmaksızın tüm mücevherlerini getirip, “Alın bunları kullanın ve bu sıkıntıyı bunlarla aşın!” dediği bilinir. Gazetenin yöneticileri ve yazı işleriyle daima yakın temas halindedir. Müessesede olup bitenler hakkında bilgi sahibidir. Gerektiği zaman kendine has yöntemleriyle devreye girer ve olaylara müdahale eder. Unutmamalı ki Belma Hanım, gazetenin iki veliahdının da annesidir. Erol Simavi’ye iki erkek çocuk vermiştir. Ne var ki Erol Simavi’nin gerek özel hayatında gerekse iş ilişkilerinde kurmuş olduğu ‘karmaşık’ yapı, onu Erol Bey’in hayatını ve çevresinde dönen olayları dikkatle izlemeye sevk etmiştir"
Hürriyet gazetesi bir zamanlar Türk basınının amiral gemisiydi...
1968'de Erol Simavi'nin Hürriyet'i 600 bin, Haldun Simavi'nin Günaydın'ı 200 ila 350 bin tiraja sahipti...
Haldun Simavi, Günaydın gazetesini 1988 yılında işadamı Asil Nadir’e sattı.
Erol ve Haldun Simavi kardeşler 1993 yılında Hürriyet'in yüzde 25'lik hissesini Erol Aksoy'a sattı. Geri kalan hisseleri ise 1994 yılında Aydın Doğan'a satarak medya sektöründen çekildiler. Günaydın Gazetesi 1968'de kurulurken Haldun Simavi Hürriyet Gazetesi'ndeki hisselerinin büyük bölümünü sattığı için Hürriyet Gazetesi'nin % 75 hissesi Erol Simavi'nindi, geri kalan % 25 hisse Haldun Simavi'ye aitti...
1966'da Cumhuriyet Senatosu'nda Senatör Haydar Tunçkanat'ın okuduğu, açıkladığı "Terör örgütlerinin öldürmeyi planladığı 50 Türkiye Cumhuriyeti lideri listesinde (gizli belge) Cemal Tural (Genelkurmay Başkanı), Bülent Ecevit, Erol Simavi, Nadir Nadi (Cumhuriyet gazetesi), Profesör Muammer Aksoy (1990'da öldürüldü), Alparslan Türkeş, Turhan Feyzioğlu, Ecvet Güresin (Cumhuriyet Gazetesi; Atilla Dorsay Güresin için "asık suratlı ama altın yürekli Genel Yayın Müdürü" demişti; Güresin 1919-1975), Fethi Naci, Avukat Burhan Apaydın, Refik Erduran gibi isimler vardı...
Sedat Simavi (1896-1953) tarafından kurulan gazete Haldun Simavi (1925) ve Erol Simavi (1930-2015) tarafından hükümetleri yönlendiren,etkileyen, hatta zaman zaman baskılayan bir güç haline gelmişti...
Simavi kardeşler "Kingmaker" seviyesinde patronlar olmuştu...Erol Simavi bir zamanlar 57 yaşında vefat eden babasından fazla yaşamayacağını yakın çevresindeki herkese söylemişti...
Kingmaker deyimini biraz açayım: ABD'nde William Randolph Hearst tam bir Kingmaker'dı...
Hearst gazete imparatorluğu kurmuş Calvin Coolidge'in ABD başkanı seçilmesini sağlamış ve New York Journal adlı gazetesi ABD'nin İspanya'ya savaş açması için manşetler atmış, kışkırtıcı haberlerle savaşı teşvik etmişti...
Çünkü İspanya sömürgelerini (Küba-Filipinler-Porto Riko-Guam) ABD'ne satmak istememişti...ABD 1898'de İspanya ile savaştı ve İspanyol sömürgülerine el koydu...
Yahudi asıllı Sulzberger ailesi (New York Times gazetesi) ve Katherine Graham da (Washington Post gazetesi) birer Kingmaker'dı...
Washington Post muhabirleri haberleriyle ABD başkanı Richard Nixon'ın Beyaz Saray'daki görevine son verilmesini, kovulmasını sağladılar...
15 Kasım 1969'da Başbakan Demirel'in eşi Nazmiye Hanıma iftira niteliğinde (çamur at izi kalsın haberi) bir haber Haldun Simavi'nin ilk sayısı 26 Kasım 1968'de yayınlanan Günaydın Gazetesi'nde yayınlandı...
Haber 200 ila 350 bin tirajlı gazetenin sadece 12 bin nüshasında yayınlanmıştı ancak yankıları çok büyük oldu...
Süleyman Demirel Günaydın gazetesine açtığı tazminat davasını kazandı ve bu tazminatı görme engelliler derneğine bağışladı...
Haldun Simavi Günaydın gazetesini piyasaya sürmeden önce günlerce Orhan Gencebay plaklarını dinleyerek "Türk halkı, Türk toplumu bu şarkıcıyı neden bu kadar çok seviyor"u anlamaya çalışmıştı...Elde ettiği fikirleri, aldığı notları Günaydın Gazetesi'nin popüler hale gelmesi için kullanacaktı...
Simavi ailesi üzerinde kara bulutlar 1975'te toplanmaya başlandı...10 Mayıs 1975'te Haldun Simavi'nin oğlu Hamdi kardeşi Süleyman'ın elindeki tabancanın kaza kurşunuyla vefat etti...Kardeşlerin Nişantaşı'ndaki evinde geniş bir tabanca koleksiyonu bulunmaktaydı...
Haldun Simavi'nin ikinci eşi Rahmi Koç'un ilk eşi ve üç oğlunun annesi Çiğdem Simavi olmuştu. 1957 yılında Rahmi Koç ile evlenen Çiğdem Meserretçioğlu'nun bu evlilikten 3 çocuğu oldu. 1960'da Mustafa Koç, 1962'de Ömer Koç, 1967 ise Ali Koç dünyaya geldi. Çiğdem Hanım, Rahmi Koç’tan boşandıktan sonra 28 Nisan 1975 tarihinde Londra'da Haldun Simavi ile evlendi.
Çiğdem Hanım kocası Rahmi Koç seyahatteyken, geride bir mektup bırakarak, ailece görüştükleri Haldun Simavi'ye kaçmıştı...
Haldun Simavi'nin ilk eşi Kamuran Hikmet Koç Hanım idi. Kamuran Hikmet Hanım, 1950 yılında evlendiği Haldun Simavi'den 1959'da boşandı. Hamdi Simavi (d.1951), Süleyman (d.1953), Aliye (d.1954) adlarında 3 çocuğu oldu.
Erol Simavi ve Belma Simavi (Başar) 8 Ekim 1953'te evlendiler...Belma Hanım o tarihte 21 yaşındaydı...Çocukları Sedat 1954'te, Saffet 1957'de dünyaya geldi...
Evlilikleri o dönem basında "Erol Simavi, iş insanı Kadir Has'ın eşi Rezzan Germirli'nin teyzesinin kızı, yalı komşuları Yağcıgiller'in torunu Emine Belma Başar evlendi" ifadeleriyle yer aldı.
Belma Simavi 2022'de KOAH hastalığı kaynaklı olarak 89 yaşında vefat etti...
Rahmi Koç, Suna Koç, Çiğdem Koç, Erol Simavi, Haldun Simavi, Belma Simavi bir zamanlar birlikte dolaşan birlikte eğlenen bir yakın arkadaş grubuydu...
Hatta Erol Simavi şöyle demişti "Vehbi Bey Rahmi Koç, Suna Koç, Çiğdem Koç'u uyarmış "Çok geziyor, çok geç saatte uyuyor ve çok para harcıyorsunuz; ben de gelir musluklarınızı keseceğim" demiş...
1976-77 yıllarında Erol Simavi'nin gazeteleri Nükhet Duru aleyhine yayınlar yapıyordu. Duru, "Şikayet etmek için Erol Bey'e gittim, niçin hakkımda kötü yazdıklarını sordum. Bana, eğer kendisiyle birlikte olursam bu tür dertlerimin kalmayacağını söyledi" diyor...
Eşi Belma Simavi, Erol Simavi'nin Gönül Yazar'dan evlilik dışı olan çocuğunu bağrına basmıştı.
Taşbebek'le Hürriyet'in imparatoriçesi yıllar sonra uzlaşmış, hatta üçüncü bir kadına karşı ortak cephe kurmuştu. Bu kadın Nükhet Duru'ydu!
Erol Simavi, Nükhet Duru'yla 1974 yılında tanıştı. O yıllarda sahne aşkıyla tutuşan genç bir kızdı Nükhet. Hürriyet'in patronunun onda gelecek gördüğünü ve bir gün iyi bir sanatçı olacağını söylemesi, göğsünü kabartmıştı. Ne var ki bu tanışmadan birkaç yıl sonra, Hürriyet bünyesinde çıkan gazete ve dergilerde sürekli aleyhinde haber yapılıyordu. Bunun nedenini sormak üzere başvurduğu Simavi'den şaşırtıcı bir cevap alacaktı:
"1976-77 yıllarıydı. Erol Bey'in gazeteleri aleyhimde çok ters yayınlar yapıyordu. Özelikle Hafta Sonu gazetesi. Şikayet etmek için Erol Bey'e gittim. "Yeter artık" dedim. "Bana iyi bir sanatçı olacağımı söylediniz... Peki niçin bu olumsuz haberler?" Erol Bey o gün bana artık büyüdüğümü, kendisiyle birlikte olabileceğimi ve eğer bu teklifi kabul edersem bu tür dertlerimin kalmayacağını söyledi. Bu söylediklerini gülerek karşıladım. Kendisiyle birlikte olmadan da bu sorunların çözülebileceğini, bu tür bir ilişkinin ancak benim arzumla kurulabileceğini, bir başkasının benimle olmaya karar veremeyeceğini söyledim. Ve cevap çok hoşuna gitti. Uzun bir süre telefonlarla, hediyelerle, arkadaşlarını araya koyarak bu diyalogu sıcak tuttu. Bir gün baktım ki aradığım tüm şefkati, tüm sevgiyi bulmuştum. O günkü duygum bu yöndeydi. Beraber olmaya başladık..."
1980'de Erol Simavi'nin oğlu Saffet (1957) yatağında ölü bulundu...
25 Ocak 2021 tarihli Takvim gazetesi haberine göre "Saffet Simavi uyuşturucu bağımlısıydı ve Kanlıca'daki Saffet Paşa yalısında intihar etti."
Erol Simavi 1988 yılında Emin Çölaşan'la yaptığı bir röportajda bu olayla ilgili konuştu...
"İntihar dediler. Şunu dediler, bunu dediler. Hiç ilgisi yok. Gençlik ve cehalet. Biraz içkiye düşkündü. İçki içerdi ama çok içmezdi. Az içkiden sarhoş oluyordu. Askerden geldikten sonra içkiyi bırakmanın yaratabileceği depresyonları engellesin diye, doktorlar bazı teskin edici ilaçlar vermişti. Her akşam yatarken bir tane alırdı. O gün arkadaşlarıyla içki içiyor. Derken eve geliyor. 'Anne yarın işe başlayacağım. Beni 7'de uyandırın' diyor. İlacını alıyor ve yatıyor. Gece bir kriz geliyor Saffet'e. Hemen hastaneye kaldırıyorlar. Ama o sırada evladım Ölmüş. Otopsi yapıldı ve kalp krizinden öldüğü anlaşıldı. İntihar edecek insan, ertesi gün erken kaldırılmasını ister mi?"
Kasım 1989: iki ayrı olayda üç ayrı Hürriyet holding çalışanı kurşun yağmuruna tutuldu...Sami Başaran ve Kamil Başaran vefat etti...Ahmet Altınkaya ağır yaralandı...Üçü de Hürriyet Holding'in Gazete adlı yayınında çalışmaktaydı...
Şubat 1990'da Hürriyet yazarı Çetin Emeç ve şoförü Sinan Ercan öldürüldü...
Çetin Emeç'in eşi Bilge Emeç şöyle demiştir:
"Çetin Emeç hemen her gün her fırsatta ölümle tehdit ediliyordu...Atatürk düşmanları Çetin'i hedef olarak seçmişlerdi...Milli İstihbarat Örgütü'nin hazırladığı "Ölüm tehdidi alanlar listesinin en tepesinde Çetin varmış...Öldürülmeden önce Çetin eve Erol Simavi'nin yolladığı iki bayıltıcı spreyle gelmişti...Çetin Emeç üçü kalbine isabet eden yedi kurşun yarası almıştı..."
Simavi ailesi Çetin Emeç'in eşine alelacele imzalattıkları yasal, hukuki belgeler sayesinde Çetin Emeç'in ailesine ödemeleri gereken yüklü tazminatlardan da kurtuldular...Çetin Emeç'in eşi kendi avukatlarına danışmadan bu imzaları attığı için sonradan çok pişman oldu...
Bilge Emeç: "Eşim ölümle tehdit ediliyordu...Neden korunmadı? Gazetenin Müessese Müdürü Erkan Göksel evime gelerek Erol Simavi'nin "Bilge bana güvensin" mesajını iletti...Ben de bu mesaja inanıp, güvenip benim ve bilhassa çocuklarımın kanuni haklarının zarara uğramasına yol açan ve bizi zora sokan , gazete yönetimi tarafından gönderilmiş evraklara tereddütsüz imza attım.Sonra gerçekleri öğrenince çok pişman oldum imza attığım için!"
Çetin Emeç cinayeti de ne yazık ki aydınlatılamadı...Tetikçilerden birinin yakalandığı açıklandı, bir süre sonra bu sanık serbest bırakıldı. Diğer tetikçi hiçbir zaman yakalanamadı...Azmettirenler ise kesin olarak bilinmiyor. Katillerin, o dönem İran Konsolosluğu’nda çalışan biri ya da birilerinin kiraladığı tetikçiler oldukları yaygın iddiadır...
Hürriyet Gazetesi Genel Müdürü: Özcan Ertuna Erol Simavi'nin 1989'da annesinin (Melek Simavi cenazesinde öldürüleceğine ilişkin Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan ihbar aldıklarını söylemişti...Erol Simavi Çetin Emeç'in cenazesine belki de bu tür ölüm tehditlerinden dolayı katılmamıştı...
Uçakla yolculuk fobisi de olan Erol Simavi'nin büyük oğlu Sedat Simavi (1954) ölüm tehditlerinin peşpeşe gelmesi üzerine Londra'da ev satın almış, Erol Simavi ise önce İsviçre'ye sonra Monaco'ya yerleşmişti...
DOĞAN SATMIŞ & EROL SİMAVİ
'Bir İşsizin Günlüğü' tüm kitapseverlere önerilir
Doğan Satmış HaberTürk Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı görevinden ayrıldıktan sonraki işsizlik döneminde, gazetecilik anılarını ve iş arayanlara, işsiz kalanlara yollar gösteren, öneriler içeren notlarını derlediği, harmanladığı “Bir İşsizin Günlüğü” adındaki kitabını yazdı ve yayınladı…
Hürriyet Gazetesi’nde 17 yıl yazı işleri müdürü ve 5 yıl okur temsilcisi olarak görev alan Doğan Satmış, Sabah, Bugün, HaberTürk gazetelerinin kuruluş aşamasında görev almıştı…
Doğan Satmış, Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nda başladığı gazetecilik mesleği boyunca Dinç Bilgin, Haldun Simavi, Asil Nadir, Erol Simavi, Turgay Ciner ve Ahmet Çalık’ın gazetelerinde çalışmıştı…
Erol Simavi (1930-2015)
Hürriyet Gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarı Çetin Emeç’in öldürülmesinden yaklaşık bir ay sonra Nisan 1990’da bir gün benim kader arkadaşım olan Hasan Kılıç Ağbiyle (kendisinin Hürriyet Gazetesi’nin çeyrek yüzyılında büyük emekleri vardır) birlikte Erol Simavi’nin İstanbul Maçka’daki muhteşem evine gittim.Üzerimde pejmürde bir blue jean ve bir deri mont vardı…Erol Bey “Ne içersiniz?” dedi, çay istedik, ”İsterseniz içki de var,” dedi kendisine hazırlarken.Ben gençlik ve toyluktan olacak (o zaman 29 yaşındaydım) “Bir votka alayım o halde” dedim…
Erol Simavi Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan’ı görevden alacağını yerine Ertuğrul Özkök’ü getireceğini anlattı. Rahmi Turan 1989’da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliğine getirilmişti…Rahmi Turan Erol Simavi’nin ağabeyi Günaydın ve Tan Gazetelerinin sahibi Haldun Simavi’nin bir sözüne kızarak 1985’te Dinç Bilgin patronajında Sabah Gazetesi’ni kurmuştu.Bence Simavi ailesinin basından silinmesinde de bu olayın büyük etkisi vardır…
Bende Sabah Gazetesi’nin kuruluşunda bulunmuştum…
Erol Simavi’nin evinde Hürriyet’te çalışan muhabirlerin özgeçmiş ve fotoğraflarının bulunduğu dosyalar dikkatimi çekti; dosyalarda muhabirin kaç yıldır Hürriyet’te olduğu, medeni durumu (evli mi, bekar mı, boşanmış mı?), çocuklarının olup olmadığıyla, ilgili ayrıntılı bilgiler vardı…Bu görüşmeye Hasan Kılıç Ağbi’nin Erol Simavi’yle ortak arkadaşı olan Bafra’lı kuaför Mehmet Bey de katılmıştı…Simavi’nin evinde epey uzunca oturduk. Sonunda Mehmet Bey “Erol Bey isterseniz meseleye (sadede) gelelim,” dedi.Belli ki bizi Erol Beyin evine çağırmalarının özel bir nedeni vardı ve Simavi’nin bunu bize açıklama zamanı gelmişti.Ancak Erol Bey nedense son anda fikir değiştirdi, dönüp bize özetle şöyle dedi: “Siz Hürriyet’e Rahmi Turan ile geldiniz; onunla birlikte buradan ayrılmayın!”
Erol Simavi’nin o gün bizi ne söylemek için evine çağırdığını, sonra da bundan neden vazgeçtiğini öğrenemedim…Belki de benim pejmürde kıyafetime aklı takılmıştı.
Erol Simavi 1993’te Hürriyet’in yüzde 25’ini, 1994’te elinde kalan hisselerin tümünü satarak Avrupa ülkelerinde yaşamaya başlamıştı…Ertuğrul Özkök ise yaklaşık 29 Aralık 2009’a kadar yaklaşık 20 yıl boyunca Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapacaktı…
Hürriyet’in bugün yıkılıp yerine rezidanslar dikilen Güneşli’deki eski binasının ilk iki katı Belma-Erol Simavi çiftinin zevkleriyle döşenmişti ve duvarlarında ressam Ömer Uluç’un resimleri vardı.Erol Simavi gazetedeki tüm hisselerini 1994’te sattıktan sonraki dönemde bir gün kafe katındaki köşeye alüminyum doğramalarla bir kulübe oturtulduğunu gördük; burada D & R ürünleri satılacaktı.Ancak işçiler Ömer Uluç’un bir resmine de matkapla bir delik açıp vidalamışlardı…
Yılbaşı hediyesi denilince, aklıma Erol Simavi geliyor. Erol Simavi Hürriyet’in sahibiyken tüm çalışanları için her yıl sonunda birer özel hediye sepeti hazırlatırdı.Ve sepetler çalışanların eşlerinin adına evlere yollanırdı. Bu sepetler en çok eşleri sevindirirdi. En çok da bir patronun kendilerini hatırlamış olması gururlarını okşardı. Bir hayli dolu olurdu sepetler. Sonra bu gelenek Erol Simavi’den sonra kalktı Hürriyet Gazetesi’nden…
AYKUT IŞIKLAR & DUYGU ASENA & EROL SİMAVİ
Duygu Asena "Kadının Adı Yok"ta Hürriyet gazetesinde çalışırken yaşadığı hukuksuzluğa da yer vermişti
Doğan Kitap tarafından dağıtılan “Duygu Asena Hala Kadının Adı Yok Roman Ödülü” geçtiğimiz günlerde sahibini buldu… Ödül, “Öykü ile romanın birbirini çağrıştıran özgün birlikteliğini sergilemesi ve Anadolu’da kuşatılmış kadın kimliğini ifade etme biçimi” nedeniyle “Fırtına Takvimi” adlı romanıyla Jale Sancak’a layık bulundu… Ödülün seçici kurulunda Doğan Hızlan, Filiz Aygündüz, Buket Aşçı, Turhan Günay, İhsan Yılmaz, Cem Erciyes ve İnci Asena vardı.
Jale Sancak yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi: “Duygu Asena adına verilen roman ödülünü almak benim adıma çok kıvanç ve mutluluk verici.Çünkü biz bugün sokağa çıkıp kadın haklarını savunabiliyorsak, kadına dair bir şeyler söyleyebiliyorsak, kadına yönelik şiddete karşı çıkabiliyorsak bunda Duygu Asena’nın katkısı çok büyük… Duygu Asena aynı zamanda benim için yazan bir kadın olması açısından da çok önemli ve değerli… Duygu Asena’nın insan ve kadın sorunlarını edebiyata taşımasını bir yazar olarak çok anlamlı buluyorum… Ödülümü Türkiye’de şiddete uğrayan, şiddet mağduru olan kadınlarla paylaşmak istiyorum.”
Duygu Asena 1974’ün Türkiye’sinde neler yaşamıştı?
1980’lerin ilk yarısında AFA Yayınevi’nin sahiplerinden Atıl Ant’ın sayesinde tanıştığım, “Kadının Adı Yok” adlı romanı usta yönetmen Atıf Yılmaz (1925-2006) tarafından Türkiye sinemalarında seyirci ve hasılat rekorları kıran bir filme dönüştürülmüş olan, Duygu Asena (1946-2006) tam 40 yıl önce büyük bir hukuki mücadele vermiş ve bunu kazanmayı başarmıştı…
Aykut Işıklar “Bildiğiniz Gibi Değil /Renkli Spotların Göstermedikleri” adlı anı kitabında 1974’te Duygu Asena’nın yaşadıklarını şöyle anlatır /özetler:
“Hürriyet Gazetesi’nin o dönemdeki genel yayın yönetmeni Nezih Demirkent (1930-2001) Kelebek eki ekibini çok severdi; bu ekip içinde Duygu Asena da bulunmaktaydı… Duygu Asena her zaman dolu dolu yaşadı… Hürriyet’ten de bu yüzden çıkarıldı.Hürriyet hukuk müşaviri çıkış gerekçesinde “özel yaşamından” diye bir madde koymuş. Duygu Asena’nın o zamanki kocası Gültekin Gürgen de bunu onur meselesi yaptı. ”Nee ulan, biz gavat mıyız? Karım hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunurlar? Ben de onları mahkemeye veririm.Karımın hakkını ararım,” diyerek Hürriyet Gazetesi’ni mahkemeye verdi.Öyle ya özel yaşamı düzensiz ne demek ki… Koskoca Profesör Çetin Özek böyle bir hata yapar mı? Yaptı işte… Duygu Asena, mukaveledeki 250 bin liralık tazminat için (1974 yılında 250 bin lira büyük para idi) bu iş ile bir hayli uğraştı… Gültekin Gürgen mahkemede “Eşim çok namuslu kadındır,” diyerek tanıklık yaptı.
Hey gidi günler, hey…Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nezih Demirkent astığı astık bir kişiydi.Gazeteden beş kişiyi Duygu Asena’yı mahkemede “hafif kadın” olmakla suçlamak için tanıklığa gönderdi; Orhan Atasoy, Ümit Çeliker, Murat Aslangil, Erol Bilem ve ben… Tanıklar ne biliyorlarsa anlattılar.
Tabii hakimden bir güzel fırça yiyerek. Duygu Asena’yı sadece ben aslanlar gibi savundum. Bunu da Hürriyet Gazetesi’nin o zamanki insanlık dışı baskısına kızdığım için yaptım.
Sonuçta Duygu Asena Hürriyet Gazetesi’ne karşı namusunu temizledi… Mahkemeyi kazanıp Hürriyet Gazetesi’nden paralarını aldı… Herhalde o günlerde o kadar doldu ki… Bu olayın kahramanlarını başta Nezih Demirkent olmak üzere “Kadının Adı Yok” adlı kitabında anlattı… Kitaptaki kahramanları aşağı yukarı tahmin ettim… O insanlar hayal değil, gerçek…”
SEDAT SİMAVİ HAKKINDA
Uzun yıllar basın alanında faaliyette bulunan, sayısız dergi ve gazete çıkaran, aynı zamanda basında uzmanlaşma konusunda çalışmalar yapan Sedat Simavi'nin vefatının üzerinden 72 yıl geçti.
Türk basınında önemli yeri olan gazeteci yazar Simavi, 2. Abdülhamit döneminin aydınlarından Halil Hamdi Bey ile dönemin sadrazamlarından Safvet Paşa'nın torunu Aliye Hanım'ın oğlu olarak 1896'da İstanbul'da dünyaya geldi.
Yakın ailesi iyi eğitimli ve devletin üst kademelerinde görev almış devlet adamlarından oluşan Simavi'nin de iyi bir eğitim almasına başta babası olmak üzere, amcası Lütfi Simavi Bey önem verdi. Galatasaray Lisesi'nde okurken karikatür çizmeye başladı
Babasının mutasarrıf olarak görev yaptığı Samsun'da sekiz yıl kalan ve burada Fransız mürebbiye tarafından yetiştirilerek iyi derecede Fransızca öğrenen Simavi, daha sonra İstanbul'a gelerek Kadıköy'de Saint Joseph Lisesi'ne başladı.
Babasının Fransız kültür ve eğitiminin yanında Türk kültürünü de öğrenmesini istemesi üzerine Simavi, o dönem yarı Fransız yarı Türkçe olarak eğitim veren Galatasaray Lisesi'nde eğitimine devam etti.
Buradaki eğitimi sırasında çizim ve karikatüre ilgi duyan ve ilk çalışmalarına başlayan Sedat Simavi, okuldan mezun olduktan sonra yine kendi lisesinde bir süre tarih öğretmenliği yaptı.
Simavi'nin resim yeteneğini fark eden, 1912-1913 yıllarında Galatasaray Lisesi'nin ve Yıldız Harp Akademisi'nin resim öğretmeni Fransız Pierre Lambert oldu.
Pierre Lambert, Balkan Savaşı'nın olduğu zor günlerde Türk ordusuna destek vermek amacıyla "Visions Orientales Dedies aux Dames Turques" (Doğulu Görüntüler Türk Hanımlarına İthaf Edilmiştir) adlı 47 sayfalık bir kitapçık yayımladı.
Bu kitapçıkta modern aile kadınını anlatan 13 karikatür yer alıyordu ve bu karikatürlerin tamamı Sedat Simavi tarafından çizildi. İçindeki makale ve şiirlerde Türk kadınını metin olmaya, askerlere destek vermeye ve geleceği hazırlayacak çocuklarını çağdaş bir anlayışla yetiştirmeye teşvik eden kitapçığın geliri orduya bağışlandı.
Dönemin kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal yapısını karikatürlerine yansıttı
Basın hayatına lise yıllarında karikatür çizerek başlayan Simavi, yine dönemin mizah dergilerinde karikatür çizmeye devam etti ve 1916'da çıkaracağı "Hande" isimli dergiye kadar, dönemin önemli gazeteci ve karikatüristleri ile çalıştı.
Simavi'nin karikatür ve resme olan ilgisi tüm basın hayatı boyunca devam etti ve imtiyaz sahibi olarak çıkardığı dergi ve gazetelerde de sıklıkla karikatür, resim, illüstrasyon ve fotoğrafı yoğun olarak kullandı. 1912-1918 arasında dönemin önemli mizah, öğrenci ve spor dergilerine de karikatür çizerek katkıda bulundu.
Çizdiği karikatürlerde dönemin kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal yapısını ortaya koyan Simavi, Osmanlı döneminin Türk karikatürü anlamında ilk sergisini açtı.
Simavi, bu sergide yer alan karikatürlerin bir bölümüne aynı yıl 1918'de yayımladığı "Yeni Zenginler" isimli albümünde de yer verdi. Albüm, savaş ve mütareke yıllarında yaşanan toplumsal değişimi karikatürler ile anlatıyordu.
Basında uzmanlaşma ve mesleki örgütlenmenin sağlanması adına çalışmalar yaptı
Karikatürlerinde halkın anlayacağı bir dil kullanmaya özen gösteren Simavi, Birinci Dünya Savaşı sırasında, yayımladığı dergilerde çizdiği karikatürler ile halka umut verdi ve Kurtuluş Savaşı sırasında Milli Mücadele'nin yanında yer aldı.
Bugün de İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak faaliyetlerine devam eden Gazetecilik Enstitüsü'nün ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin kuruluşuna öncülük eden Simavi, daha sonra "Diken", "İnci", "Dersaadet", "Payitaht", "Güleryüz", "Hanım", "Hacıyatmaz", "Resimli Gazete", "Yıldız", "Meraklı Gazete", "Yeni Kitap", "Arkadaş", "Bravo", "Yedigün", "Karagöz", "Karikatür", "Model" ve "Yeni Ev Doktoru" ile son olarak 1948'de Hürriyet gazetesini çıkardı.
Başyazarlığını yaptığı Hürriyet'i Türkiye'nin en çok okunan gazetesi durumuna getiren Simavi, hayatının sonuna kadar da gazeteci olarak Hürriyet'te başmakaleler yazdı.
Sedat Simavi, basın faaliyetleri dışında sinema, tiyatro ve edebiyat ile de uğraştı ve bu alanlarda da önemli eserler verdi. "Pençe", "Casus" ve "Alemdar Vakası" isimli filmleri çeken Simavi, "Hürriyet Apartmanı", "Düşenin Dostları" ve "Cez" isimli piyesleri kaleme aldı. 1945'te filmi çekilen "Hürriyet Apartmanı"nda ayrıca Talat Artemel olarak başrol oynadı.
"Büyük Adamlar" isimli kitap dizisini tercüme eden Simavi, vatan ve çocuk hikayeleri, seyahat ile aşk romanlarının yanı sıra ile çeviri romanlar da yazdı.
Melek Simavi ile bir evlilik yapan Simavi'nin, "Günaydın" gazetesinin eski sahibi Haldun Simavi ve "Hürriyet" gazetesinin eski sahibi Erol Simavi olmak üzere iki çocuğu oldu.
Sedat Simavi, 11 Aralık 1953'te İstanbul'da hayatını kaybetti ve Kanlıca'daki Mihrimah Sultan Mezarlığı'na defnedildi.
Usta gazetecinin vefatının ardından Sedat Simavi Vakfı tarafından verilen Sedat Simavi Ödülleri, daha sonra kurucusu olduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından takdim edilmeye başlandı.
FRANK SİNATRA BİYOGRAFİSİ
Frank Sinatra fırtınalı bir hayat sürmüştü 1969'da yayınlanan Mario Puzo romanının uyarlaması "The Godfather" (1972) filminde mafya babası Vito Corleone (Marlon Brando) Hollywood'lu film stüdyosunun patronu Jack Woltz'dan (John Marley) şarkıcı arkadaşı Johnny Fontane (Al Martino) için büyük bir Hollywood yapımında şarkıcıya Oscar kazandıracak bir rolü vermesini ister...
Johnny Fontane aslında Frank Sinatra'dır, mafyanın Sinatra'ya ayarladığı rol ise "From Here to Eternity-İnsanlar Yaşadıkça"daki Er Angelo Maggio rolüdür...Film yıldızı Judy Garland yönetmen Vincente Minnelli’yle 1951’de biten evliliğinden sonra Frank Sinatra’yla kısa süreli bir aşk ilişkisi yaşamıştı...
Judy Garland, Sinatra’nın üçüncü kocası olmasını çok istemiş ancak bu amacına bir türlü ulaşamamıştı. Judy Garland,15 Haziran 1945 ile 29 Mart 1951 tarihleri arasında süren biseksüel Vincente Minnelli’yle evliliğinden sonra Frank Sinatra’ya aşık oldu. O sıralarda Joan Blondell’e Sinatra’yla evlenmek üzere olduklarını bile söylemişti.
Judy Garland, bir gece Frank Sinatra’yı evine, baş başa bir akşam yemeğine davet etti ve Frank Sinatra bu daveti kabul etti.Garland, gümüş takımlarla donatarak iki kişilik şahane bir akşam yemeği masası hazırlattı ve Frank Sinatra yemeğe gelmeyerek kadına bir nevi hakaret etti.Frank Sinatra hayatının aşkı Ava Gardner tarafından aşağılanmasının intikamını çevresinde pervane olan kadınlardan almaya çalışacaktı.
Oyuncu Peter Lawford (1923-1984) Frank Sinatra ve Judy Garland’la ilgili bir tanıklığını şöyle anlatmıştı: “Bir zamanlar Palm Springs’teki bir partide zavallı bir kıza, hangi sebeple bilinmez, aşırı içkili olan Frank Sinatra öyle bir yumruk patlattı ki, vurduğu gibi onu camdan öbür tarafa geçirdi. Yerler cam kırıkları ve kanla kaplanmıştı. Kızın kolu neredeyse kopmuştu.Jimmy Van Heusen kızı hastahaneye zor yetiştirdi.Frank Sinatra daha sonra kızı paraya boğarak hayatını kurtardı ve olan biten her şey ört bas edildi. Ama Frank Sinatra’nın zavallı kızcağıza saldırmasını ve onu öldürmeye kalkışmasını, izleyen Judy Garland ve benim korkudan titreşerek bakıştığımızı hiç unutamam."
“From Here to Eternity-İnsanlar Yaşadıkça”(1953) ile Oscar ödülü, “The Man With the Golden Arm”(1955) ile Oscar ödülü adaylığı kazanan Frank Sinatra, “An American in Paris-Paris’te Bir Amerikalı”yla(1951) Oscar adaylığı, “Gigi”yle(1958) Oscar ödülü kazanan yönetmen Vincente Minnelli’ye (28 Şubat 1903-25 Temmuz 1986)
“Bir şeylerle meşgul olduğum sürece kendimi harika hissediyorum. Bu elimde olmayan bir şey.Hiç durmamalıyım.Bana bu konuda kimse (ne doktor,ne psikiyatr, ne de başka biri) yardımcı olamaz gibi geliyor.Sürekli ve kesintisiz hareket halinde olmalıyım,” demişti.
“Departed-Köstebek” adlı filmle Oscar ödülü kazanan yönetmen Martin Scorsese, “From Here to Eternity-İnsanlar Yaşadıkça”yla Oscar ödülü kazanan oyuncu ve şarkıcı Frank Sinatra’nın (1915-1998) yaşam öyküsünü, “Field of Dreams-Düşler Tarlası”yla Oscar ödülü adaylığı kazanan Phil Alden Robinson’ın yazdığı bir senaryoya dayanarak beyazperdeye getirmek istedi...Bu film projesi çeşitli nedenlerle şimdilik ertelendi, rafa kaldırıldı...Çünkü Frank Sinatra'nın çocukları babalarının mafya patronlarıyla ilişkilerinin, şiddet eğiliminin beyazperdede canlandırılmasını istemiyor...
Mario Puzo’nun çok satan romanından beyazperdeye uyarlanan ”The Godfather-Baba”(1972) ile “The Godfather: Part 3-Baba 3”(1990) adlı filmlerde mafya babalarıyla, enseye tokat ilişkiler, sıkı dostluklar kurmaya bayılan, onların yardımlarıyla filmlerde istediği avantajlı rolleri elde eden Frank Sinatra’vari bir karakter (Johnny Fontane) yaratılmış ve bu karakteri Al Martino (1927-2009) canlandırmıştı.
Frank Sinatra Türk asıllı Amerikalı işadamı, Atlantic Records (Atlantic Plak ve Müzik Şirketi) Sahibi Ahmet Ertegün’le (doğumu:31 Temmuz 1923, İstanbul – ölümü: 14 Aralık 2006, New York) bir davette yüz yüze gelince Ertegün’e aynen şu sözlerle hakaret etmişti:
“Şu rock’n roll’unla müziği sen katlettin. Müzik piyasasının başına gelenler hep senin suçun.Bu ülkede (Amerika Birleşik Devletleri) müziğin içine sen ettin… -You ruined music with your rock and roll.It’s your fault what’s happened to the music business. You’ve destroyed music in this country…"
John Kennedy'nin babası Joseph Kennedy 1950'lerin son yıllarında oğlunun Başkan olabilmesi için Chicago’yu haraca bağlamış olan ve bu şehirdeki sendikaları kontrol eden Mafya’nın “Patronların Patronu” Sam Giancana’dan (1908-1975) yardım istedi…
Giancana, Mario Puzo’nun yazdığı ve 1969’da yayınlanan “The Godfather” romanının esin kaynağı olan Mafya Babalarından biriydi…Şarkıcı-oyuncu Frank Sinatra Giancana’ya “John Kennedy’nin Başkanlığını desteklersen FBI (mafyayla savaşan polis teşkilatı) senin suç eylemlerini görmezden gelecek.Bu koruma şemsiyesini John Kennedy’nin babası sana sağlayacak” sözünü verdi…
Giancana aslında Joseph Kennedy’nin böyle bir sözü hiç vermediğini, bu dayanıksız, temelsiz sözlerin “Kraldan çok Kralcı” olan ve hem Kennedy’lere, hem Giancana’ya yaranmaya çalışan Sinatra’nın boşboğazlığı,yalanı olduğunu öğrendiğinde Kennedy-Giancana ilişkisi soğudu ve sonlandı…Joseph Kennedy bunun üzerine Sinatra’yı azarlayarak kovdu…John Kennedy’nin 1963’te, Robert Kennedy’nin de 1968’de bugün bile aydınlatılmamış olan öldürülme olaylarında mafyanın / Sam Giancana’nın parmağının olabileceğine ilişkin iddialar da var...
His Way: The Unauthorized Biography of Frank Sinatra
Kitty Kelley (Author)
#1 NEW YORK TIMES BESTSELLER • With a new afterword by the author in honor of Frank Sinatra’s 100th birthday
This is the book that Frank Sinatra tried—but failed—to keep from publication, and it’s easy to understand why. This unauthorized biography goes behind the iconic myth of Sinatra to expose the well-hidden side of one of the most celebrated—and elusive—public figures of our time. Celebrated journalist Kitty Kelley spent three years researching government documents (Mafia-related material, wiretaps, and secret testimony) and interviewing more than 800 people in Sinatra’s life (family, colleagues, law-enforcement officers, friends). The result is a stunning, often shocking exposé of a man as tortured as he was talented, as driven to self-destruction as he was to success.
Featuring a new afterword by the author, this fully documented, highly detailed biography—filled with revealing anecdotes—is the penetrating story of the explosively controversial and undeniably multitalented legend who ruled the entertainment industry for fifty years and continues to fascinate to this day.
Praise for His Way
“The most eye-opening celebrity biography of our time.”—The New York Times
“A compelling page-turner . . . Kitty Kelley’s book has made all future Sinatra biographies virtually redundant.”—Los Angeles Herald Examiner