Ölmeden mezara konan değerli insanlarımızdan birkaçını hatırlayalım!

TUNÇ BAŞARAN, METİN ERKSAN, HALİT REFİĞ

TRT yapımı "Müthiş Bir Tren", Sait Faik Abasıyanık'ın aynı adlı hikâyesinden Metin Erksan tarafından filme uyarlanan Türk televizyon filmiydi...Filmde Komünizm propagandası olduğu iddia edilmişti...(1975)

1968'de Metin Erksan şöyle dedi:“Sinemada hiçbir şeyi gerçekleştiremedim. Yapmak istemediğimle armağan aldım. Bir de yapmak istediğimi gerçekleştirebilseydim kim bilir ne olurdu?”

“İyi film yapıyorum diye beğenilmiyorum. Oysa onlar iyi film istemiyorlar. Bu yüzden anlaşamıyoruz ve bana film çevirtmiyorlar. Dikensiz gül bahçesi istiyorlardı, oldu işte”

2005- 2014

TUNÇ BAŞARAN'IN İKİSİ DE DÖNEM FİLMİ OLAN ÇOK ÖNEMLİ FİLM PROJELERİ TÜRK SİNEMASININ ÇARKLARINDA ÖĞÜTÜLMÜŞTÜ

Şener Şen ve Cem Yılmaz, Yavuz Turgul'un yönetmenliğini üstlendiği "Av Mevsimi" (2010) filminde birlikte rol almıştı..."Av Zamanı" 2 milyon 116 bin 192 seyirci toplamıştı...

"Uçurtmayı Vurmasınlar" ve "Piano Piano Bacaksız" adlı filmleri Türk Kültür bakanlığının oluşturduğu seçici kurulun beğenisini kazanarak Los Angeles'taki Oscar ödülü seçmelerine yollanan yönetmen, senaryo yazarı Tunç Başaran, 2014'te zaman dilimi 1946 Türkiye genel seçimleri dönemi olan ve 7 yılını harcadığı "Tiyatora" adlı senaryosunda Şener Şen ve Cem Yılmaz'a ikinci kez baş rolleri vermek istemişti...

Tunç Başaran yaklaşık 5 milyon dolarlık bir yapım bütçesine "Tiyatora" için ihtiyaç duymuştu...

2019'da vefat eden Başaran, bu senaryosunda kaynak olarak CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek'in (1905-1996) anılarından ve Mehmet Ali Birand'ın (1941-2013) "Demirkırat" belgeselinden yararlanmıştı...

"Tiyatora" Yunanlı Theodore Angelopulos'un "Kumpanya"sı (1975) ve Ariana Mnouchkine filmi "Moliere" (1978) gibi kasaba kasaba, şehir şehir gezen bir tiyatro grubunun öyküsüydü...

Tunç Başaran çok sayıda film projesi olan ve bunların yüzde doksanına finansman bulamayan yönetmenlerimizden biriydi...

Cem Yılmaz, Şener Şen emektar yönetmeni Tunç Başaran'ın "Tiyatora" adlı film projesine ilgisizlikleriyle emektar yönetmeni kovmaktan beter etmişti...

Şener Şen Yavuz Turgul'un onaylamadığı projeleri hemen reddediyordu...

Tunç Başaran'ın “Başvekil” Adlı Sinema Filmi Projesi de Ne Yazık ki Gerçekleştirilemedi...

Yassıada’da Adnan Menderes’in savunmasını yapan avukatlardan biri olan Talat Asal’ın yazdığı “Güneş Batmadı: Müvekkilim Adnan Menderes ve Yassıada” (Selis Kitaplar Yayınevi; 2003 Yayını) ve “Yassıada: Don Davası, Cımbız Davası, Köpek Davası” (Doğan Kitapçılık, 2009 Yayını) gibi anı, belge, tutanak kitaplarının “Başvekil” adıyla yönetmen Tunç Başaran tarafından 2005 yılında beyazperdeye aktarılması da yine finans sorunlarından dolayı gerçekleştirilememiştir.

Bu projede, Adnan Menderes’ten hamile kalan, Adnan Menderes’in sevgilisi opera sanatçısı Ayhan Aydan’ı Hülya Avşar’ın canlandırması plânlanıyordu...

Tunç Başaran Türk sinema sektöründe kendini dev aynasında görenlerin kurbanlarından sadece bir tanesidir...

Bu bozuk düzende gemisini yürütebilen sadece rejisör Atıf Yılmaz olmuştur...

Türk sinema sektöründe Duygu Sağıroğlu, Lütfi Ömer Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ de öğütülenler, değeri bilinmeyenler arasındadır...

KEMAL TAHİR UYARLAMASI "DEVLET ANA"DA ÇÖPE ATILAN FİLM PROJELERİNDEN BİRİYDİ

Öte yandan, Başbakan Ecevit Kemal Tahir'in "Devlet Ana"sını uyarlasın amacıyla Halit Refiğ'e büyük miktarda (1 milyon dolar) para ayarladı...
Bu para eserin uyarlamasında kullanılabilmesi amacıyla Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin hesabında en az 1 yattı...

Ancak bu paradan paylarını almak isteyenlerin çokluğu ve bunun yarattığı kargaşa uyarlama girişiminden vazgeçilmesine yol açtı...

2001 HÜRRİYET GAZETESİ HABERİ ; HABERİN YAZARI: DOĞAN HIZLAN

Doğan Hızlan: Devlet Baba, 'Devlet Ana' ile barıştı...

4 OCAK 2001 HÜRRİYET GAZETESİ

Ünlü yazar Kemal Tahir'in Yorgun Savaşçı romanını TRT için dizi olarak çeken yönetmen Halit Refiğ'in filmi 1983 yılında yasaklanmış ve dönemin Başbakanı Bülend Ulusu'nun emriyle yakılmıştı. Devlet şimdi Halit Refiğ'e yeni bir Kemal Tahir filmi sipariş ederek iade-i itibar yapmış oldu. Başbakan Bülent Ecevit, Kemal Tahir'in ünlü romanı Devlet Ana'nın filme çekilmesi için Halit Refiğ'e öneride bulundu.

HALİT REFİĞ bugünlerde Kemal Tahir'in Devlet Ana romanını filme çekiyor. Başbakan Bülent Ecevit, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. yılı dolayısıyla (1299-1999) ünlü romancının bu eserinin sinemalaştırılması için rejisör Halit Refiğ'i Ankara'ya çağırıyor ve şu öneride bulunuyor: ‘‘Kemal Tahir'in Devlet Ana'sını sizin filme çekmenizi öneriyorum, kabul eder misiniz?’’

Halit Refiğ'in ‘‘memnuniyetle’’ cevabından sonra ilk çalışmalar başlıyor. Devlet Ana, Başbakan Bülent Ecevit'in çok sevdiği bir roman. Ocak 1968 yılında Devlet Ana için özel bir sayı hazırlayan Dost dergisine de bir yazı yazmış ve şöyle demişti: ‘‘Kemal Tahir, Devlet Ana romanı ile güç bir işe girişmiştir: Yüzyıllarca dünya tarihinde ağırlığını duyurmuş olan, ona rağmen gerçek kimliği çok az tanınan bir büyük devletin, Osmanlı Devleti'nin karakterini çözümlemeye çalışmıştır.

Kemal Tahir'in çizdiği Osmanlı Devleti öncesi Anadolu tablosu, Anadolu halkının bu özlemlerini canlandırmakta; Anadolu halkının güçlü, güvenli, adaletli bir devlet ihtiyacını belirtmektedir. Heyecanlı bir serüven gibi sürükleyici, bir toplumsal psikanaliz gibi aydınlatıcı, bir tarih araştırması gibi öğretici bir yapıt, Devlet Ana...

. . .

Osmanlı Devleti'nin kuruluşu, Anadolu Türk Ulusunun oluşumunda önemli bir aşamadır. Bu devletin Anadolu'da sağladığı birlik ve kurduğu yeni düzen öyle bir toleransa dayanıyor, öyle geniş bir çerçeveye oturuyordu ki, bu çerçevenin içine giren bütün unsurlar, bütün etnik gruplar, kiminin kökleri Anadolu'nun binlerce yıl derinlerinde, kiminin kökleri Asya'da olduğu halde, tek bir ulus meydana getirebiliyordu.

Devlet Ana'dan, yalnız bir devletin değil, böyle bir ulusun da doğuşunu okuyoruz. Bu yeni ulus, yalnız Anadolu'nun geleceğini değil, Anadolu'nun tüm geçmişini de kapsamış ve Türkleştirmiş oluyordu.

Devlet Ana, edebiyat tarihimizin de, tarih edebiyatımızın da önemli olaylarından biridir.’’

Halit Refiğ'e bu filmin önerilmesi çok olağandı.

O, Kemal Tahir'le birlikte Haremde Dört Kadın'ın senaryosunu yazmış, Yorgun Savaşçı ile Kadınlar Koğuşu'nu filme çekmişti.

Bülent Ecevit'in seçimi isabetliydi. Sosyal demokrat bir başbakanın da Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihine sahip çıkması ilgi çekici bir olguydu. Çünkü o imparatorluğu deviren, cumhuriyeti kuran bir partiden geliyordu.

Bülent Ecevit'in Devlet Ana hakkındaki yazısı, onun devlet anlayışının da bir göstergesiydi.

Böylece Bülent Ecevit de 32 yıl önce beğendiğini yazdığı bir romanın filme çekilmesini sağlıyordu.

Başbakan Bülent Ecevit, Halit Refiğ'in evet cevabından sonra Başbakan Yardımcısı Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan'a işi havale ediyor. Özkan da Mimar Sinan Üniversitesi ile filme başlanılması için o zamanın rektörü Tamer Başoğlu ile anlaşma yapıyor.

Sonradan seçilen rektör İsmet Vildan Alptekin de aynı heyecanla projeyle ilgileniyor.

Böylece Yorgun Savaşçı'yı yakan devlet, yıllar sonra ünlü sinema adamına itibarını iade ediyor.

Yorgun Savaşçı yakılmıştı

Ünlü yönetmen Halit Refiğ daha önce Kemal Tahir'in Kurtuluş Savaşı dönemini anlatan romanı Yorgun Savaşçı'yı TRT için dizi olarak çekmiş ancak 12 Eylül rejimi bu diziyi önce yasaklamış daha sonra da yakmıştı. Halit Refiğ'in senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı filmde başrolleri de Can Gürzap, Cüneyt Gökçer, Meral Orhansoy ve Erkan Yücel paylaşmıştı. Çekimlerine 11 Aralık 1979'da başlanan ve 14 Eylül 1981 yılında tamamlanan Yorgun Savaşçı o döneme kadar TRT'nin yaptığı en büyük projelerden biri olmuştu. 19 Nisan 1983'te bir ihbar üzerine Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği'nce inceleniyor ve sakıncalı bulunuyor. Sekiz maddelik sakınca tutanağında Atatürk'e gerekli ölçüde yer verilmediği, Çerkez Ethem'den kahraman olarak bahsedildiği gibi nedenler gösterilmişti. Film dönemin Başbakanı Bülend Ulusu imzasından sonra oluşturulan bir kurul önünde yakılmıştı.

Tartışılan yazar

Türk romanının aykırı adı Kemal Tahir, 1910 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray lisesi'ni ikinci sınıfta terketti, avukat kátipliği, gazetecilik yaptı. 1938 yılında 'askeri isyana tahrik ve teşvik suçunu işlediği' iddiasıyla Názım Hikmet'le birlikte tutuklandı. On beş yıla mahkûm oldu, İstanbul Tevkifhanesi'nde, Çankırı, Malatya, Çorum, Nevşehir cezaevlerinde yattı, 1950 genel affından yararlanıp çıktı. Osmanlı olgusuna, Köy Enstitüleri'ne, yakın tarihimize farklı yaklaşımıyla romanları tartışmalar yarattı. En önemli romanları arasında, Sağırdere, Körduman, Esir Şehrin İnsanları, Kurt Kanunu, Bozkırdaki Çekirdek anılabilir. Kemal Tahir, 1973 yılında İstanbul'da öldü.

Devlet Ana'da Osmanlı'nın doğuşunu anlattı

Kemal Tahir'in en önemli romanı olarak gösterilen Devlet Ana, onun düşünce yapısını da yansıtmaktadır. 1967 yılında yayınlanan roman, 1968 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü kazanmıştı. Adını kahramanlarından Devlet Hatun'dan alan Devlet Ana romanı, Ertuğrul, Osman, Orhan Beylerin Osmanlı devletinin temellerini nasıl attıklarını destanlaştırıyor. Romanda Osmanoğulları'nın çimleniş, filizleniş yılları; Konya'da Selçuklu çözülüşleriyle Bizans sınır kaynaşmaları; savaşçı dervişler, Nilüfer Hatun, Şeyh Edebali, Yunus Emre gibi kişileriyle maceranın, aşkın, tarih-masal potasında eritilmesiyle yazıya dökülmüş...

Türk sinemasının harika yılları : 1970 ve 1971

"Snow White and the Seven Dwarfs" (1937) adlı animasyon (Walt Disney yapımı) 62 milyon 608 bin 696 seyirciyle Kuzey Amerika sinema salonlarında rekor kırmıştı...

Bu filmin animasyon olmayan Türk yapımı uyarlaması "Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler" 1971 Antalya film festivalinde de ödüllendirilmişti...

Ertem Göreç'in yönettiği, Hamdi Değirmencioğlu'nun senaryosunu yazdığı, Manasi Filmeridis'in kameramanlığını yaptığı, Zeynep Değirmencioğlu, Belgin Doruk, Salih Güney, Suna Selen, Gülistan Güzey, Hüseyin Baradan, Aydın Tezel, Ömer Dönmez'in baş rollerini üstlendiği "Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler"in yapımcısı Belgin Doruk'un eşi Özdemir Birsel'dir...

"Hayat Sevince Güzel" (1971) hayatta daima bardağın dolu tarafını gören insanların öyküsüdür...Bir Pollyanna (1913; yazarı: Eleanor H. Porter 1868-1920) uyarlamasıdır...İlaç gibi filmdir...

Hamdi Değirmencioğlu'nun senaryosunu yazdığı, müziğini Selmi Andak'ın hazırladığı, Temel Gürsu'nun yönettiği, Cahit Engin'in kameramanlığını, Nahit Ataman yapımcılığını üstlendiği filmin baş rolllerinde Zeynep Değirmencioğlu, Suna Pekuysal, Nedret Güvenç, Mürvet Sim, Faik Coşkun, Mualla Sürer, Şefik Döğen, İhsan Yüce, Özen Tutucu, Münir Özkul, Metin Serezli, Semra Sar, Sertan Acar, Ömer Dönmez vardır...

Tunç Başaran'ın yönettiği, Rafet Şiriner ve Mustafa Yılmaz'ın kameramanlığını, Hamdi Değirmencioğlu'nun senaryosunu üstlendiği, müziğini Yıldırım Gürses'in hazırladığı "Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde"de aynı yılın bir başka harikasıdır...

Zeynep Değirmencioğlu, Süleyman Turan, Mine Sun, Suna Selen, Metin Serezli, Ali Şen,Seyhan Gümüş, Cemal Konca bu filmde baş rollerdedir..."Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde"nin yapımcısı da Belgin Doruk'un eşi Özdemir Birsel'dir...

Bu film "The Wonderful Wizard of Oz" adlı (1900) L. Frank Baum (1856-1919) kitabının özgür bir uyarlamasıdır...

L. Frank Baum(1856-1919) tarafından yazılan ve çocuklara, gençlere hitap eden masal kitabının (The Wonderful Wizard of Oz ; 1900) beyazperde uyarlaması "The Wizard of Oz" 1939'da Kuzey Amerika sinemalarında 53,347,826 seyirci toplamıştı...

Bu filmdeki ("The Wizard of Oz"; 1939) öykünün öncesini anlattığı iddia edilen bir roman var : "Wicked: The Life and Times of the Wicked Witch of the West" (yazarı: Gregory Maguire; 1995)...

Bu kitap 2003'te Broadway müzikaline dönüştürüldü...Bu Broadway müzikalinden beyazperdeye uyarlanan "Wicked" şimdiden Kuzey Amerika sinemalarında 41,793,619 seyirci topladı...

"Wicked" "Harry Potter" tarzı bir masalın (üstelik Broadway müzikali formatında uyarlaması) ancak herkesten farklı olanların, dünyadaki tüm azınlıkların uğradığı haksızlıkları, adaletsizlikleri eleştiriyor...

"Wicked Part 2 Wicked: For Good " 2025'te sinemalarda gösterilecek...

Not:

  • 1970: Petrol varil fiyatı: 2,96 dolar
  • 1971: Petrol varil fiyatı: 3,17 dolar
  • 1972: Petrol varil fiyatı: 3,22 dolar
  • 1973: Petrol varil fiyatı: 4.08 dolar
  • 1974: Petrol varil fiyatı: 12,52 dolar
  • 1975: Petrol varil fiyatı: 13,95 dolar

19 Ekim 1973'te, ABD Başkan Richard Nixon'ın Yom Kippur Savaşı olarak bilinen çatışma için ABD Kongre'sinden İsrail'e 2,2 milyar dolarlık acil yardım sağlama talebinin hemen ardından, Arap ülkeleri buna tepki olarak petrol fiyatlarını arttırdı...

Petrolü akaryakıt ve ısınmak için kullanan ülkelerin ekonomilerine yıkıcı bir etkiydi bu...

METİN ERKSAN'DAN ÖNCE METİN ERKSAN'DAN SONRA

Yedi yaşındayken çiçek hastalığına yakalanınca görme duyusunu tümden yitiren Aşık Veysel Şatıroğlu’nu  (25 Ekim 1894-21 Mart 1973) , Aşık Veysel’in iki çocuğunun annesi, ilk aşkı Esma Hanım tarafından terk edilmesini ve sonraki büyük aşkı Gülizar Hanımı bulmasını konu alan “Uzun İnce Bir Yol” adlı sinema filmi yapım için gereken para bir araya getirilemediğinden rafa kaldırıldı…

“Uzun İnce Bir Yol”da Aşık Veysel’i “Behzat Ç.” ve “Kaçak” televizyon dizileriyle tanınan İnanç Konukçu, Gülizar Hanımıysa Aşık Veysel ile Gülizar Hanımın torunu Yeliz Şatıroğlu canlandıracaktı…

1952’de Metin Erksan’ın yönettiği ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosunu yazdığı, 19 Temmuz 1959 ya da 1973 yangınında yok olduğunu zannettiğim, “Aşık Veysel’in Hayatı / Karanlık Dünya” adlı sinema filminin başına da pek çok kötü şeyler gelmişti…O dönemde Türk film denetimi/sansürü, çekildiği Anadolu yöresini olduğu gibi gösteren bu filmi yasaklamakla kalmadı; kese biçe tanınmaz hale getirdi.Bu eşi,benzeri, örneği ancak Sovyetler Birliği’nde görülen türden bir yasaklamaydı…Filmin suçu, bir Anadolu köyündeki günlük yaşamın çıplak gerçekçilikle yansıtılmasıydı. Bölgedeki toprakların bereketsizliği, çoraklığı, verimsizliği,kıraçlığı, çevredeki yeşil yoksunluğu, ekinlerin cılızlığı, halkın yoksulluğu, sefaleti beyazperdeye belgesel gerçekliğiyle yansıtılınca film Türkiye’deki sansür kurulunun gazabına uğradı.Film, Amerikan belgesel filmlerinden alınan/çalınan traktör, gürbüz/ gelişmiş başak, ekin sahneleri eklenerek makyajlı olarak gösterime çıkarılabilecekti...

SUSUZ YAZ

Türkan Şoray ve Ayhan Işık, Berlin Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı’yı kazanan Metin Erksan filmi “Susuz Yaz” da oynamayı reddetmişlerdi.

SERDAR SOYDAN VE TURHAN GÜRKAN ARKEOLOJİK BİR ÇABAYLA METİN ERKSAN'IN BEYAZPERDEYE YANSIMAYAN HAYALLERİNİN TUTANAĞINI ORTAYA ÇIKARDILAR!

Sinemasever ve sinema sevdalısı Serdar Soydan'ın, Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışırken adeta Türk sineması arkeolojisi yapan, sinema,kültür yazarı, gazeteci Turhan Gürkan'ın(1926-2001) Cumhuriyet Gazetesi arşivindeki haberlerini ortaya çıkararak yazdığı "Metin Erksan’ın gerçekleştiremediği projeleri" başlıklı yazısı çok önemli ve çok değerli...

"Metin Erksan ruh emici, muhayyile öldürücü bir ortamda ne yazık ki çekmek istediği filmlerin, kafasındaki, gönlündeki projelerin çok azını hayata geçirebilmişti," diyor Serdar Soydan...

Lütfi Akad, "Işıkla Karanlık Arasında" adlı kitabında, Şakir Sırmalı ve Metin Erksan’dan bahsederken, onları ‘büyük hayalciler’ olarak selamladı...

“İkisi de büyük hayalci dehalar katındadırlar. Şakir Sırmalı’nın sinemayı bırakmasının bir kayıp olduğuna inanırım. Metin’e gelince… Yapmaya imkân bulamadıklarının acılarını içine gömerek savaşını sürdürüyor. Bazen kuşkuya düşer, kendime sorarım; Türkiye Şakir Sırmalı, Metin Erksan gibi büyük hayalcilere elverişli bir ortam değil midir diye… Başka bir ortamda ikisinin de dünya sinemasının büyük isimleri arasında olabileceklerinden hiç kuşku duymadım."

Metin Erksan:

“Ben filmlerimi kafamın içinde çekiyorum. Tüm filmi gözlerimi kapatıp baştan sona izliyorum. Bu da bana yetiyor”

1965

Selmi Andak: “Türkiye’de gene de bu ortam içinde, en başarılı filmleri yapmış bir yönetici olduğunuza göre, bütün çelişmelere ve tepkilere, hatta yakışıksız durumlara rağmen, mücadelenizi yapıyor ve bir şeyler ortaya koyuyorsunuz. Filmleriniz ne kadar övülse ve yerilse de gene ortada bir gerçek: Sizin özelliği olan bir yönetici olduğunuzda herkes hemfikir. Şu halde nasıl oluyor da kötümsersiniz?”

Erksan: “Hayır, kötümser değilim. Karamsarlığım yok. Ancak, durumu kötü görmemin sebepleri ortadan kalkmalı ki, iyi iş görülsün.”

Selmi Andak: “Demek ki Türk sinemasını olumlu yoldan alıkoyan nedenler var.”

Erksan: “Evet. Her şeyin başında bilim gelir. Türk sinemasına bilim hâkim değil. Önce prodüktörler, ticaretin bile ne olduğunu bilmiyorlar. Çünkü en ilkel ekonomik kurallara bile aldırış etmiyorlar. Hatta bundan haberleri yok. Bu yüzden arzuladıkları kazançlara da varamıyorlar. Sinema sanatçıları da yaptıkları işi ‘sinema sanatı’ ve ‘bilim’ yolundan bilmiyorlar.”

Selmi Andak: “Durumu ne kurtaracak?”

Erksan: “Demin söylediğim gibi, bilim yolu ile Türk sinema sanatını ele alacakların belirli bir tutumları, sanat anlayışları olmalı, çevreyi ve dünyayı iyi tanımaları gerek.”

Selmi Andak: “Her şeye rağmen başarının sırları?”

Erksan: “Ben, her şeyden önce yaptığıma ve onu seyredecek olana saygı duyarım."

1965

Metin Erksan bir projesini duyurur. Bu projenin ismi Dünyanın 10 Bin Senesi’dir. Homeros ve Shakespeare metinlerinden uyarlanan senaryo, Erksan’ın Susuz Yaz ve Yılanların Öcü filmlerinde de altını çizdiği toprak ve mülkiyet sorununu ele almaktadır.

Erksan, Homeros’un İlyada’sıyla Shakespeare’in Troilos İle Kressida adlı yapıtlarını moder­nize ederek Türk toplumuna uygulayan bir film hazırlıyor: Dünyanın 10 Bin Senesi.

İlyada, Yunanistan’da Miken şatosunda oturan Çoban Kral­ları Akaların, Anadolu’nun en büyük uygarlığı olan Troya’yı ilkel bir sömürücülük anla­yışıyla nasıl talan etmeye geldiklerini anlatır.

10 yıl süren Troya savaşlarında Menelos’un karısı Helena’nın kaçırılışından çok daha başka nedenler, tarih­sel gerçekler saklı durur. Yüz­yıllar önce Batı’dan Doğu’ya sömürgeci bir akım gelmiş, bir A­nadolu şehri olan Troya’yı yı­kıntıya uğratmış.

XVI. yüzyıl Fransız düşünürü Montaigne, birçok savaşların İlyada’dan ışık, örnek aldıkları­nı, Homeros’un kahramanlarına uymak istediklerini söyler.

Ör­neğin İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Papa II. Pius’a yazdığı mektupta “Ben şimdi Romalılardan Hektor’un öcünü alıyorum. Sen de Anado­lulusun. Bırak da senin de öcü­nü alayım” der.

Yine Kurtuluş Savaşı’nda da Atatürk’ün Kocatepe’de “Dumlupınar’da Yunanlılardan Troyalıların da öcünü aldık” şeklinde konuştuğunu bir emekli albay anlatır.

İşte Erksan, İlyada’daki eko­nomik itmeyi ele alıp sömürücülük terimini bugünün toplumu­na uygulayarak toprak sorunu­na değiniyor.

“Bugün Türkiye’­nin en büyük problemi top­rak sorunudur bence. Toprak re­formunun yapılmasını sanat yo­luyla sonuna kadar savunacağım” diyor.

Yılanların Öcü ve Susuz Yaz’da ilk kez köy ger­çeklerine değinen yönetmen, gerçek Türk filminin de köyden ge­çeceğine inanıyor.

Çanakkaleli olan Metin Erk­san, Dünyanın 10 Bin Senesi filmini Çanakkale’de, Kazdağı’nda çekecek.

Film, toprak sorununun ışığı altında konar-gö­çerlerle, yani Türkmenlerle yer­leşik bir köy arasında geçen bir savaşı hikâye edecek. Senaryo­su Metin Erksan-İsmet Soydan tarafından hazırlanan filmin re­jisörlüğünü de Erksan, kendi fir­ması olan Troya Film hesabına yapacak. Filmin foto direktörü Mengü Yeğin.

Çok kalabalık bir oyuncu top­luluğu bulunan, bu arada yerli halktan da figürasyon olarak yararlanılacak filmde Truvalı Helen rolü için yepyeni bir yıl­dız aranıyor.

Truvalı Halime ro­lü için Erksan, Susuz Yaz’da olduğu gibi yeni bir kabiliyet bulup yaratacak. Akaların Başbu­ğu Agamemnon, Afşaroğlu; Truva Başkomutanı Hektor, Halil o­lacak. Bu rolü Kadir Savun can­landıracak. Aleksandr Paris’in adı Ali, Troilos’un Tahir, Kressida’nın Kezban, Troilos’ın sevgi­lisi Kassandra’nın Kadriye ola­cak. Bunu Ayfer Feray oynaya­cak. Hektor’un karısı Andromak, Aliye; Dionedes, Davud; Aias, Ahmet; ünlü Odisseus, Osman; Aşil, Akkoyunlu olarak Türk ad­larına uygulanacak.

Filmin konuşmaları Shakespeare’in piyesinden alınıyor. Se­naryo hazırlanırken de İlyada’nın A. Kadir ve Azra Erhat’ın Bugünkü Dille İlyada adlı çe­virilerinden yararlanılmış. Filmde Baki Tamer, Bülent Ufuk, Zerrin Arbaş, Talat Gözbak gibi sanatçılar da yer alacak.

Tabiat güzellikleri de bol bol yansıtılacak. Dünyanın 10 Bin Senesi filmi turistik yönden de yararlı olacak. Köy folkloruna da geniş yer verilecek. Yerli ses­ler banda alınarak fon müziği kullanılacak

1966

Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri

1966’nın ulusal filmini, Troya Film adına re­jisör Metin Erksan hazırlıyor.

Dokuz Dağın Efesi’ni saymazsak, bu Erksan’ın bu türde ilk filmi olacak. Yapımcı-yönetmen, Metin Erksan yeni filmi için “Batı sömürgeciliğine karşı ulusal kurtuluş savaşını yapmış olan Türk Ordusu’nun ilk gerçek savaş destanı” diyor.

Ordular İlk Hedefiniz Akde­niz’dir İleri filminde büyük Atatürk’ün kendisi gösterilmeyecek ama adım adım onun kud­reti, üstünlüğü, varlığı duyuru­lacak. Erksan gerek dışarıda ge­rekse bizde Atatürk rolünü oy­nayacak bir sanatçının yaşadığı­na inanmıyor.

Ata’nın tarihin akışını değiştiren büyük emrinden adını alan film, bir avuç Türk süvari birliği bozguna uğra­mış düşmanı denize dökerek şanlı Türk sancağını Akdeniz’in dalgalarına dikerken son bula­cak.

Yeni filmi için Erksan şöy­le diyor:

“Kurtuluş Savaşı’nı iyice an­latan ne bir roman, ne de bir in­celeme kitabı, ne de bir anı, ya da biyografi yazılmadı. Herkes kendi açısından aldı bu savaşı. Bilimsel ve gerçek bir açıdan bakılamadığı için de, savaşın amacını tam anlamıyla yansıtan bir film çıkamadı ortaya.

Türk sinemasında bizim çıkış noktamız ne olacaktı? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun te­melinde var bu çıkış noktası. Büyük Millet Meclisi Orduları, Batı kapitalizmine ve sömürge­ciliğine karşı dövüşürken, salta­nat ve hilafete karşı da dövüşü­yordu. Türk sinemasının egemen tutumu ve alfabesi bence her za­man bu olacaktır. Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri fil­mini de bu açıdan aldım.”

1966

Jön Türkler

1966’nın yine Türk tarihine ait ikinci filmi Metin Erksan’ın re­pertuarında. Adı Jön Türkler. Toplumun özgürlüğü ve bağım­sızlığı ile savaşın acısını tek ba­şına duyan bir aydının yalnızlı­ğı anlatılıyor filmde. Jön Türkler’in serüveni, bir aşk öy­küsünün çevresinde geliştiril­mektedir.

Konu 2. Abdülhamit devrinde geçer. Filmde Abdülha­mit, Abdülaziz, V. Murat, Mithat Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal görünmektedir. Jön Türklerden ünlü bir kadın kahramanın öy­küsü de yer almaktadır. Erksan bu filmi için “Türkiye gerçekle­rine sadık kalmak için o çağın belge ve arşivlerini bir bir ince­ledim. Değişik bir yapıt ortaya koyacağım” demektedir.

1966

Metin Erksan tekrar star sistemine döndü

Son yıllarda Yeşilçam’ın star sistemine karşı duran ve oyuncularını adı duyulmamış amatörler, ünsüz kişiler arasından, tiyatro sahnesinden seçen rejisör Metin Erksan bunun çıkar yol olmadığını görerek yeniden star sistemine dönmüş ve sinemanın aslarıyla anlaşmalar imzalamıştır.

Erksan’ın yaz sezonunda çevireceği altı filmde oynatacağı artistlerden Nilüfer Koçyiğit’le iki film, Hülya Koçyiğit’le bir, Türkan Şoray’la bir, Ajda Pekkan’la bir, Muhterem Nur’la bir film anlaşması vardır.

Bunlardan Nilüfer Koçyiğit’i, tıpkı ablası Hülya Koçyiğit gibi ilk kez filminde Erksan oynatmış, 1961 yılında çevirdiği Çifte Kumrular (Çocuk Hırsızları) filminde çocuk rolüne çıkarmıştı. Nilüfer Koçyiğit haziran ayında çevrilecek iki filmde genç kız rolüne çıkarılacaktır.

Metin Erksan’ın geçen yıl yalnız bir film yapmasına karşılık, bu yıl sadece üç ayda altı film yapımına girişmesi Yeşilçam’da hayret uyandırmıştır. Erksan, filmlerinin adlarının meslektaşları tarafından çalındığından yakınmakta ve ancak senaryoları Sansür Kurumu’na onaya gönderdikten sonra açıklamaktadır. Çevrilecek altı filmin adları şöyledir:

Vur Hançeri Kadınım, İntikam Saati, Aşk Acısı, Yasak-Günah, Merhametsiz Dünya, Şeytanın Emri.

1967 Gazete ilanı:

"Rejisör Metin Erksan'a açık davettir...Bitirilemeyen "Ölmeyen Aşk" filmini tamamlamanız için 7 Ocak 1967 Cumartesi gününnden beri devamlı sizi aramımıza rağmen bulunamamaktasınız...Sözlü davetimize müspet veye menfi cevap vermekten de kaçınmaktasınız..."Ölmeyen Aşk" filmini bağlı olduğumuz sinema salonu işletmelerine teslim etmek ve vizyonlarına yetiştirebilmek için sizi eserinizi bitirmeye davet ediyoruz...Bu açık davetin gazeted neşrinden itibaren en geç 48 saat içerisinde firmamızla temas kurup çekime başlamanızı aksi halde bundan doğacak her türlü sorumluluğun size ait olacağını bildiririz ARZU FİLM..."

"Ölmeyen Aşk" Yönetmen: Metin Erksan, Senaryo: Erksan, Ertem Eğilmez, Sadık Şendil...Kameraman: Kriton İlyadis, Mengü Yeğin, Oyuncular: Kartal Tibet,Nilüfer Koçyiğit, Tanju Gürsu, Pervin Par,Önder Somer...

1967

Metin Erksan, 1967 başında yine çok çarpıcı bir projesinden bahseder.

Pierre Loti’nin Aziyade romanından uyarlanacak bu filmin senaryosunu, bir ay kadar önce Yılanların Öcü filmiyle katıldığı, yarıştığı ve altın madalya kazandığı Kartaca Film Festivali’nde tanıştığı Christiane Rochefort ile yazacaktır. Uluslararası başarıların ve iç piyasadaki başarısızlıkların etkisiyle olacak, Metin Erksan bundan böyle filmlerini evrensel düşündüğünü, dünya için hazırlayacağını söylemektedir.

Piyer Loti’nin Aziyade’si çevriliyor...

Türk dostu, büyük Fransız yazarı Pierre Loti’nin, konusu İstanbul’da geçen ünlü romanı Aziyade, rejisör Metin Erksan tarafından renkli, sinemaskop olarak filme alınacaktır.

Aziyade’nin senaryosunu Erksan, tanınmış Fransız kadın romancısı Christiane Rochefort ile beraber hazırlayacaktır. Kartaca Sinema Günleri Festivali’nde Metin Erksan’la tanışan Cannes Film Festivali Düzenleme Komitesi Başkanı, Fransız yeni kuşak yönetmenlerinin senaryocusu olan Rochefort, mart ayı içinde İstanbul’a gelerek Metin Erksan’la senaryo çalışmalarına başlayacaktır.

Şimdiye değin özellikle François Truffaut ve Roger Vadim’in film senaryolarını yazan Rochefort, Aziyade’den başka Doğulu adlı, Doğu insanının dramını anlatan bir film senaryosu da hazırlayacak, bunu da Metin Erksan filme alacaktır. Fransız senaryocu, Aziyade’nin çekim süresinde de hazır bulunacaktır. Erksan bundan böyle filmlerini evrensel düşündüğünü, dünya için hazırlayacağını söylemektedir.

Filmik şiir...

Aziyade romanı, 1876 da İslam Bey adıyla Türk ordusuna gönüllü yazılıp 1877’de Kars istihkâmları içinde şehit düşmüş bir İngiliz deniz subayının notlarından ortaya çıkmıştır.

Bu kişi gerçekte, deniz subayı olarak Türkiye’de bulunmuş Pierre Loti’nin ta kendisidir. Melankolik ruhlu Loti, Gladiateur gemisiyle Selanik’e geldiği zaman Aziyade adlı bir Türk kızını sevip onun peşinden İstanbul’a gelmiş, bu serüveni anlata anlata ‘Loti Edebiyatı’nın sönmez mensur şiir topluluğu olan Aziyade’yi yaratmıştır.

Aziyade, Loti’nin sadece aşkının romantize edilişi değil, İstanbul füsununun da bir övgüsü olmuştur. İstanbul’da hamama giden, yüz yıllık çınarların altında nargile içen, kahvehanede çalgı dinleyen, fes giyip elinde tespihle gezen Loti, Türkçe dersler alacak kadar Türkleşmiş, bizden biri olmuştur.

Kökten değiştirdi...

Aziyade’yi yeniden yorumlayarak filme alacak olan Metin Erksan bu konuda şöyle demektedir:

“Pierre Loti diye bir kişilik vardı. Bunu tanımlıyorum. Eseri kökten değiştiriyorum. Pierre Loti, Fransız değil Türk oluyor. Aziyade ise, romanın kahramanının Loti zamanındaki yaşantısını bir kere yaşamak isteyen Batılı bir kız haline geliyor. Bu kızın rolünü İsveçli, Fransız ya da Alman bir artist canlandıracak. Türkiye’ye gelen kız, Aziyade’nin mezarına gidip ‘Ben geldim Aziyade. Senin hayatını bir kere daha yaşayacağım’ demekte ve kamera serviler arasından eski çağlara dönmektedir. Böylece Modern Türkiye ile Osmanlı Türkiyesi’nin panoraması bir arada, bir ondan, bir öbüründen sahnelerle gösterilecektir.

Doğu özlemi

Aziyade’yi İstanbul’da bir kere daha yaşamak isteyen Batılı genç kızda, yüzyıllarca Batının bilinçaltında birikmiş Doğuyu tanıma özlemi yatmaktadır. Avrupalı yeni Aziyade, serbest olma bunalımını, eski Aziyade ise, haremdeki kadının tutsak olma bunalımını verecektir. Aziyade, Bin Bir Gece Masalları’ndan sonra, Doğudaki kadın-erkek ilişkilerinin en güzel ve doğru anlatımıdır. Batılı kadın Aziyade olmak istemektedir. Doğulu gibi seven ve aşkından ölen Aziyade, Batılı kadın için sevgisinin ta kendisidir. Erkek kahraman Pierre Loti tipini ise 6-7 kadar çeşitli erkek canlandıracaktır. Loti’nin her ayrı görüntüsünü başka artist oynayacaktır.

Niçin Aziyade?

“Aziyade, Batının Doğuya bakışı, Doğuyu tanımaya çalışmasıydı. Aziyade’nin kişiliğinde Doğu örnekleştirilmişti. Aziyade, Batı ile Doğunun birbirini sevmesiydi. Emperyalist Fransa’nın romantik deniz subayı Pierre Loti, Aziyade’de Doğuyu sever ve onu Batıya sevdirmeye çalışır. Aziyade, Batının açtığı ve bütün Doğunun göründüğü bir penceredir. Pierre Loti, bütün hatalarına rağmen insanca ve dürüstlükle bakmasını becerebilmiş bir Batılıdır. Batı, Doğuya karşı yüzyıllarca acımasız davranmıştır. Kendini haklı çıkarmak için hep Doğuyu kötülemiş ve alçaltmaya çalışmıştır. Uygarlık beşiği Doğuya uygarlık götürme sloganı büyük bir yalandır. Hıristiyanlık ve onun devamı olan hümanizma, Aziyade’de günah çıkarır. Batı uygarlığı, kendinden daha eski olan Doğu uygarlığından Aziyade’de af diler. Doğuya karşı uzun yıllar acımasız davranan Batı insanının, Aziyade’de Doğu karşısında alçaldığını görürüz. İşte Aziyade filmi, bu düşüncelerin ışığı altında Türk perdesine kazandırılacaktır.”

1969

Aziyade romanı Türk perdesinde

Yerli sinemanın bozuk tutumuna karşı çıkıp yıllardır tek başına savaşan Erksan, Sevmek Zamanı filmini hâlâ satamayışı, Kuyu filmini de beş ayda bitirişinden sonra “Bundan böyle on beş günde film çevireceğim. On altıncı günde sette yokum” demiş, Akün Film sahibi İrfan Ünal’la üç filmlik bir anlaşma imzalamıştır.

Erksan, Acı Hayat’tan sonra eylül ayında da, Fransız yazarı Pierre Loti’nin bir Fransız deniz subayının İstanbul’da, bir Türk kızıyla aşkını anlatan Aziyade romanını renkli olarak filme alacaktır.

Aziyade’de Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit başrolü oynayacaktır.

Erksan’ın Akün Film’e üçüncü kordelası, Anadolu’da geçen bir avantür hikâyeye dayanan Kurt İzi’dir. Bunda da Cüneyt Arkın, Nil Göncü oynayacaktır...

1969

İtalya’dan yıldız ithal edeceğiz

Erksan Sevmek Zamanı’nı yabancı artistlerle yeniden çevirecek...

Tanınmış yönetmen Metin Erksan, 1965-1966 yılında çevirdiği Sevmek Zamanı filmini önümüz­deki sonbaharda renkli olarak yeniden filme alacak, başrollerinde de yabancı artistleri oynatacaktır. Sev­mek Zamanı çevrilişinden bu yana üç yıl geçtiği halde ülkemizde gerekli ilgiyi görememiş, hâlâ oyna­tılacak bir sinema salonu bulunamamıştır.

Eşine ender rastlanan, olağanüstü güzellikte bir fotoğ­raf tekniğine sahip olan bu fil­mini çok seven Erksan, onu bu kez renkli olarak çekip Avrupa’ya satmaya karar vermiştir. Hangi nedenle olursa olsun, henüz Türkiye’de oynamamış ve ona karşı halkın tepkisinin ne olacağı bilinmeyen bir filmin ikinci kez çevrilmesine neden ihtiyaç duyduğunu Erksan şöy­le anlatmaktadır:

“Sevmek Zamanı’nın konusuna çok inanıyorum. Böyle bir fil­min çok para yapacağını sanı­yorum üstelik. Hikâyeyi yeni­den yazdım. İlk hikâye düzeninde, işlenmesi gereken birçok sorunu kaçırmışım. Daha ilgi çekici olacak ikincisi. İlkini Büyükada çamlıklarında ve Belgrad ormanlarında çekmiştim. Yenisini Boğaz’ın Anadolu yakasında, eski yalılarda çevireceğim. Böylelikle İstanbul’un romantizmini daha iyi vermek mümkün olacak.”

Fransızca diyaloglarını Christiane Rochefort’un hazırladığı Sevmek Zamanı’nın başrollerinde İtalyan yıldızı Nicolette Machiavelli ile Richard Harris’i oy­natmak istediğini ve bunlarla temas halinde olduğunu söyleyen Erksan, bu tutumunun, savu­nucusu olduğu ‘Ulusal Sinema’ anlayışıyla bağdaşamayacağı ve ona tümüyle aykırı düşeceği yolundaki sorumuza şöyle kar­şılık vermiştir:

“Sevmek Zamanı’nın konusu ulusal olmakla beraber evren­seldir ve insanı anlatmaktadır. Oyuncuları filmde plastik materyal olarak kullanacağım için ha Türk oynamış, ha Fransız, ha İtalyan, fark etmez.”

Erksan’ın birçok yapıtında olduğu gibi bir tutku, bir kara sevda filmi olan Sevmek Za­manı ayrı iki toplum katından gelmiş bir genç kızla, onun resmine âşık olan bir delikanlı­nın öyküsünü ve onların acıklı sonunu anlatmaktadır. Konusu­nu klasik halk hikâyelerinden alan Sevmek Zamanı’nda Müşfik Kenter, Sema Özcan, Süleyman Tekcan, Fadıl Garan oy­namışlardı.

1977

Türk edebiyatı öykücülerinden uyarladığı Beş Hikâye adlı dizi filmi TV’de yayınlanmaya başlanan yönetmen Metin Erksan, 1976’da TV’de üç ayrı tasarıyı ekranlara getirmeye çalışmaktadır. TRT Genel Müdürlüğü’ne önerilen ve olumlu bulunan bu tasarılar şunlardır:

  1. Üç Kıta Bir Devlet: Üç kıta üzerinde egemen olmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde kalan 37 devletin içinde çekilecek. Türk-İslam uygarlığının etkilerini içeren 37 bölümlük belgesel bir yapıt.
  2. Katliam: Bin yıldan bu yana Türk ulusuna yapılagelen katliamları anlatan, içinde son Kıbrıs katliamının da yer aldığı, dış kaynaklı belgelere dayanan bir dizi film.
  3. Medine Savunması: 1916-19 yılları arasında Medine’de İngilizlere yapılan savunmayı anlatan konulu bir film.

Haberin devamında bir yıldır yerli film evreniyle ilişkilerini gevşeterek çalışma alanını TV film yapımına kaydırdığını söyler Metin Erksan. Ancak TRT’de de henüz istediğini bulamamış, önemlerinin altlarını tek tek çizdiği bu üç projesini kuruldan geçirememiştir.

Özellikle Medine Savunması projesinden bahsederken söylediklerinin bir kısmını, ileri görüşlülüğünü ortaya koymak adına alıntılamak istiyorum.

“Bu film çerçevesi içinde bugünün Ortadoğu sorunlarına da değinilecek. Bugün dünya politikası Ortadoğu’da hallediliyor. Büyük bir alan, bir arena Ortadoğu. Petrol sorununu da içeren, büyük bir film olacak. Eğer TRT bu filmlerin çekimini erken ya da pahalı bulup ertelemeye kalkarsa ne mi olacak? O zaman TV için daha başka filmler yapma olasılığım var. Örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Mahur Beste’si gibi. Yeşilçam sinemasıyla da merhabam kesilmedi. Bugün film çevirmiyorsam kabahat bende değil. Sinema, sinema yapmıyor ki...”

2012

Türkan Şoray, Metin Erksan’ı ve “Acı Hayat”ı anlatıyor:

Metin Erksan’ın yönetiminde baş erkek rolünü Ayhan Işık’ın üstlendiği “Acı Hayat” filmini çeviren Türkan Şoray Metin Erksan’ın 2012’deki ölümünden sonra “Sinemam ve Ben” adlı kitabında “Acı Hayat” filmini şöyle anlatacaktı:

“O zaman ne kadar önemli bir yönetmen olduğunun farkında değildim…Böyle bir filmin başrol oyuncusu olmanın ne kadar büyük bir şans olduğunu, oynadığım rolün bir oyuncu için ne kadar önemli olduğunu ve çevirmekte olduğum filmin değerini yıllar geçince çok daha iyi anladım. O yıllarda birçok oyuncunun çalışma hayali kurduğu bir yönetmenle çalıştığımı algılayabilecek , değerlendirebilecek birikimde değildim. Sadece oynadığım rol beni etkilemişti. Manikürcü Nermin’in yaşadığı dramla, başına gelenlerle duygusal bir bağ kurmuştum kendi içimde. O genç kızın çektiği acıları sanki ben yaşamıştım; filmde adeta kendi mutsuzluğumu yaşıyordum. Anne baba ayrılığının hüznünü, mutsuzluğunu yaşamış, o yıllardan sonra yoksulluğu tanımıştım. Bu duygulara, bu acılara yabancı değildim. Babam ayrıldığı yıl annem beş parasız kalmıştı. Ben 13-14 yaşlarındaydım. Annem çok istese de bana yeni bir şeyler alamıyordu. Okulda ders bitip zil çaldığında ben yerimden kalkmaz, sınıftan en son çıkardım. Arkadaşlarımın kalın, güzel paltoları vardı; benimse lacivert incecik bir ceketim… Onların paltolarını giyip çıkmalarını beklerdim. O incecik ceketle görüp beni küçümseyeceklerini düşünürdüm… Yaşadıklarım bende derin izler bırakmış olmalı ki, yönetmenin (Metin Erksan’ın) anlattıklarını çok iyi anlıyordum, hissediyordum. Böylece kamera önüne geçtiğimde içimde bir yerlerde birikmiş bu yoğun duyguları sezgilerimle ifade edebilme imkanı veriyordu bu filmdeki rolüm. Bu karakter acı çekiyordu ve o acıda ben kendimi buluyordum, o acıyı tanıyordum sanki önceden yaşamış gibi…O mutsuzluk, umutsuzluk herhalde yüzüme yerleşti ki, başarılı oldum. Bir filmde duyarak, o karakteri hissetmenin rolü gerçekçi kılmada ne kadar önemli olduğunu belki o zamanlar farkına varmadan oyunculuğuma taşıdım ve hep böyle devam ettim…Sinema eğitimi olmayan, oyunculuğun ne olduğunu bilmeyen ben, tamamen duygularımla yaşattığım bu karakterle Antalya Altın Portakal film festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandım. Ödülden sonra sinemada adım daha çok oyuncu olarak anılmaya başladı. Böyle önemli bir festivalde, sinemada daha bu kadar yeniyken bu ödülü almanın çok önemli olduğunu söylüyorlardı. Beni kutluyorlardı, bana oyuncu olarak farklı davranmaya başlamışlardı. Sinemada oyuncu olmak diye bir kavram vardı ve oyuncu olmak önemliydi, bunu anlamaya başladım. Oyunculuğu kendi kendime keşfediyordum; tamamen içgüdüsel, el yordamıyla.(…) ”Acı Hayat”tan sonra Yeşilçam’ın büyük şirketlerinden Kemal Film’den teklif aldım…”

Türkan Şoray Metin Erksan ile ilgili sözlerini şöyle bitiriyor:

“Yeri doldurulamayacak, Türk sinemasına adını altın harflerle yazdıran, sinemamızda sonsuza kadar anılacak olan Metin Erksan “Sinemacılar Dönemi”ni başlatan ve geliştiren ilk yönetmenlerden biridir, birçok yönetmen onun sinemasını örnek almıştır.”

Türkan Şoray, Sinemam ve Ben adlı kitabında bir zamanlar filmlerinin gösterildiği Pangaltı İnci Sineması’nın kapanmasından dolayı duyduğu derin üzüntüyü de dile getiriyor:

“Melek Film’in sahipleri Şahan ve Kaçuni Haki aynı zamanda Pangaltı’daki İnci Sineması’nın da sahibiydiler. (…) İnci Sineması’nda kendi şirketlerine yaptığım filmlerin galaları çok görkemli olurdu. Sinemada benim özel locam vardı. Filmleri Şahan Haki’nin eşi Melina ablam ve dünya tatlısı kızları Mayda ile Şeyda, hep birlikte bu locadan seyrederdik…İnci Sineması hep Türk filmi oynatırdı. Çevirdiğim yeni filmin başladığı hafta, Pazartesi günü ilk seans 11 matinesi seyircileri sinemanın önünde uzun kuyruklar oluştururdu. Bazı sabahlar arabayla özellikle Pangaltı İnci Sineması’nın önünden geçerdim. Kalabalığı, sıraya girmiş beni seven, yüreklendiren seyircilerimi görmek isterdim, çok mutlu olurdum. Maalesef şimdi sinema kapandı. Haki ailesi sinemayı satıp Amerika’ya göç etti. Çok üzülmüştüm. Uzun yıllar o taraflarda bir yerlere gitmem gerektiğinde bir zamanlar Haki ailesinin evlerinin bulunduğu Bomonti’den geçmemek için yolumu değiştirdim. Pangaltı İnci Sineması’nın olduğu yerden geçerken hâlâ hüzünlenirim.”